Nazlı Gürlek Hodder, Sana Doğru Yolculukların En Güzeli, 2020, ham tuval üzerine organik boya, toprak ve pastel, bakır, ortopedik köpük üzerine sanatçının sağ elinin kalıbı, kağıt üzerine grafit, alçı, ağaç dalları, kumaş, LED
Röportaj
12.02.2024İpek Ulusoy Akgül
Etiketler
İpek Ulusoy Akgül, bu röportajında, sanatçı Nazlı Gürlek Hodder ile sanatın içsel yolculuğunu ve şifa pratikleri ile olan yakınlığını ele alıyor. Hodder, Türkiye'de yaşayan ve üreten bir sanatçı olarak, bu toprakların enerjisinin sanat pratiğine ilham verdiğini belirtiyor, ancak popüler mistik turizmin yerel bilgi ve kültürleri tehdit ettiğine dikkat çekiyor.
Sevgili Nazlı, 2017’ye kadar küratörlük, sanat yazarlığı gibi çeşitli çalışmalardan sonra seni ‘ana lisan’ın olarak tanımladığın sanat üretimine yönelten neydi?
Nazlı Gürlek Hodder: Aslında hayatımın amacı ve beni ben yapan lisan olan sanat üretimine, küratörlük için ara verdim. Floransa Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim okudum. Orada çok geleneksel ve bireysel arayışımı desteklemeyen bir eğitim aldım. Akademinin son yıllarında kendi yolumu çizmekte zorlanırken, sanat alanında geçerli bir meslek olduğunu farkettiğim küratörlüğü seçmek daha “garanti” bir yol gibi görünmüştü. 15 yıllık küratörlük kariyerim öylece başladı. Ancak yıllar içinde içimdeki baskın dürtü olan yaratımı bastırmış olmamın sonucunda büyük bir tatminsizlik ve bazı bedensel rahatsızlıklar kendini bir bir göstermeye başladı. Bunları 30’lu yaşlarımın ortalarında fark ettim. Hayatımda her şey yanlış gidiyordu. Bunun sebeplerini aramaya koyuldum ve bu arayış beni iç dünyamda binbir yüzleşmeye götürdü. Beni ben yapan unsurlardan vazgeçmiş ve kendime yabancı bir hayat seçmiştim. Yaratma güdümü bastırmak beni ruhen ve bedenen hasta ediyordu. 2016 yılında, önce Cihangir’deki dairemin salonuna, kısa süre sonra da Şişhane’de arkadaşlarımın atölyesinin depo kısmına yerleşip yeniden resim yapmaya başladım.
Tekrar resme başlamak nasıldı?
Yeniden nefes almak gibiydi. Özümü hatırladıkça, tüm taşlar yerli yerine oturmaya başlamıştı. Sanat benim yolumdu, bunu netlikle görüyordum, fakat bu nasıl bir sanat olmalıydı? Ticaret ve tüketim alanlarına sıkışmış, derinliksiz, insana dokunmayan, içi boş tekrarlardan oluşan bir sanat değildi. Yaşamın bütünleyici, düzenleyici, şifa verici bir parçası olarak sanat yapmak istiyordum. Bu arayışım devam ederken yanıtlar yine bir anda karşıma çıkıverdi: aynı yılın Haziran ayında Çatalhöyük’e yaptığım günübirlik ziyaret sırasında, 9000 yıl önce sanatın (aslında adına sanat bile demediğimiz, spiritüel pratikle iç içe gelişmiş bir sembolizmin) toplumdaki yerine tanık oldum. O ziyaretten sonra hayatımın her alanında yepyeni bir akış meydana geldi. Kendi adımla geliştirmekte olduğum metodun ilk pratiği olan BİR Beden Ritüeli’nin tohumları o ziyaretle atıldı. İşim ve özel hayatım iç içe geçti ve daha önce varlığını dahi tahmin etmediğim bir yola adanmışlık duymaya başladım.
Sanatsal pratiğin arkeoloji, görsel ve materyal kültür, resim, edebiyat, somatik deneyimleme, dans, aile dizimi ve farklı şifa çalışmalarından nasıl besleniyor?
İnsana dokunan, dönüştüren, şifa çalışmalarına yakın duran ve bedende temellenen bir sanat pratiği kurmakla ilgileniyorum. Bu türden bir pratiğin, tüm bu saydığın alanlardan alması gereken bir bilgi ve metodoloji birikimi olduğunu fark ettim. Pratiğim, sezgisel, sembolik ve sözün ötesindeki bir alanda geliştiği için ana hareket alanım daima görsel sanatlar, resim. Bedenimin çeşitli süreçlerinin izini sürüyor ve soyut biçimlerde resme aktarıyorum. Fakat bedeni bizzat dahil etmeyen hiç bir çalışmanın dönüştürücü olma ihtimali yok. Çünkü bugün terapi alanlarında yapılan en son araştırmalar, tüm travmatik yaşam deneyimlerinin sinir sisteminin bir reaksiyonu olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla, sanat pratiğim, somatik deneyimleme adlı terapi yaklaşımından beslendiği kadar, emprovize dans ve performans sanatından da besleniyor. Bir senedir aile dizimi kolaylaştırıcısı olma yolunda eğitimler alıyorum. Aile dizimi ise bize, yaşamda karşılaştığımız tıkanıklıkların, kuşaklar arasında aktarılan travmatik deneyimlerin bir sonucu olabileceğini söylüyor. Irsi olup gen kaynaklı olmayan aktarımlardan bahsediyoruz ve bu bilgiyi bize epigenetik adlı bilim dalı sunuyor. Ayrıca şaman inancına büyük ilgim var.
2016’da birlikte ArteEast Quarterly’nin “Nature is Our Body” sayısını hazırlarken şamanizmden ilham alan sanatsal pratiklere yakından bakıyordun. Bu alan senin için neden önemli ve şu an ne şekilde ele alıyorsun?
Şamanizm, evren, insanlar, doğa, hayvanlar ve yaşayan tüm organizmaların ayrılmaz bir bütünün parçaları olduğunu söylüyor. Bu bütünsel bakış açısını benimsemeden, kendi varoluşumuzdan nasıl bahsedebiliriz ki - bu bana mümkün gelmiyor. Dünya sorunlarının tamamının bu inançtan koptuğumuz için gerçekleştiğini düşünüyorum. Arkeoloji ve antropoloji de işte bize, bu inancı taşıyan daha eski toplumlar ve bugün yaşayan yerel topluluklar hakkında bilgi veriyor. Sanat yaparak tüm bu farklı alanlar ile temas edebiliyor olmak benim için büyük ilham kaynağı. Tüm bu çalışmalardan öğeleri birleştirmeye çalıştığım pratiğimde, toprakla, havayla, suyla kısacası doğa ile bedenin birliği üzerinden ilerliyorum. Doğanın ve geniş anlamda yaşanılan çevrenin bedenim aracılığı ile konuşmasına alan açmaya çalışıyorum. Çünkü şifa o birlik alanında meydana geliyor. Yaşamın geri kalanından koptuğumuz için (travma tam olarak bu sürekliliğin kopuşu anlamında geliyor) zorlanıyoruz. BİR Beden Ritüeli’ni uygulamak üzere benimle çalışan bireylere de bu yönde rehberlik sunuyorum.
Peki Çatalhöyük’le ilişkin nasıl başladı ve evrildi? Süregelen BİR Beden Ritüeli’ne de ışık tutuyor değil mi?
Çatalhöyük’te gördüğüm bir duvar resmi, BİR Beden Ritüeli’nin temelini oluşturuyor. Ritüel, bu resmin sunduğu sembolik, ritüelistik şifa gücüne dayanıyor. Buradan aldığımız sezgisel ilhamla bugün bu gücün, farklı bireylerin ihtiyaçlarına nasıl cevap verebileceğini araştırıyoruz. Performistanbul’un (Simge Burhanoğlu’nun 2017’den beri süregelen ve biraz daha sonra kuruma katılmış olan Azra İşmen’in) danışmanlığı ve koordinatörlüğünde bu metodu geliştiriyorum. Resim, onu ilk gördüğüm anda bana konuştu ve bugünün şartlarında yeniden hayata dönmek, dile gelmek, can bulmak istediğini söyledi. Bunun izinde BİR Beden Ritüeli’ni oluşturdum. Bireylere, kendi içlerindeki yaratıcı ve şifalandırıcı gücü bulmaları yönünde rehberlik sunuyorum. Benim kolaylaştırıcılığımda son derece kişisel bir ritüel gerçekleştiriyorlar. Ritüel sırasında ve takip eden zamanlarda, bir dönüşüm gerçekleşiyor. Bu dönüşüm her birey için farklı boyut ve derinlikte. Burada kişinin o anki hazırlık durumundan, iç potansiyeline ve o anda orada bulunan çevresel şartlara kadar bir sürü farklı faktör rol oynuyor. Fakat dönüşümün kıvılcımını başlatmak için bireyin gerçekten istemesi ve niyet etmesi yeterli.
İstanbul’la Kaliforniya arasında üretmek nasıl bir süreçti? “Bedende” adlı kişisel serginden ve annelik tecrübenin sanatsal üretiminle olan iletişiminden bahsedebilir misin?
Kaliforniya’da şimdi eşim olan partnerimle, kendi halimizde, dünyanın geri kalanından uzak bir yaşantımız vardı. Eşimle tanışmama da vesile olan Çatalhöyük ziyaretimin ertesinde yerleştiğim Kaliforniya, yaratıcı ruhum için başlı başına bir şifa ve gelişim ortamı sundu. Çok saf, temiz bir enerji vardı orada. Her gün atölyede sabahtan akşama kadar, dikkatimi hiç bir şey dağıtmaksızın çalışıyordum. Evliyagil Dolapdere’de 2020 sonunda açılan kişisel sergim “Bedende”de yer alan tüm işler orada üretildi. 1960’lardan beri çağdaş dans ve dışavurumcu sanat terapisi alanında öncü olmuş Anna Halprin’in kurduğu Tamalpa Institute’e gidip gelmeye başladım. Bugün kızı Daria tarafından sunulan kendi geliştirdikleri metodu öğrendiğim çok sayıda atölyeye katıldım. Orası aynı zamanda yerli Amerika halklarının yüzyıllar boyu yaşadığı, beslediği, beslendiği, yoldaşı olduğu topraklar. Onların kemikleri bugün bastığımız yolların altında gömülü. Dünyanın neresinde olursak olalım yaşadığımız toprakların en eski yoldaşlarına hürmetli bir yaşam sürmek boynumuzun borcu. Tamalpa’da bu yönde nasıl çalışılabileceğine dair de kazanımlarım oldu… Hamilelik dersen, onu da Kaliforniya’da geçirdim. Hamileliğimin sanat pratiğime etkisi büyük oldu. Malum bedende temellenen bir pratiğim var. Tüm kaynağım, bedenimin fiziksel, duygusal ve spiritüel boyutlarında şimdi ve burada olup bitenlerden oluşuyor. Hamilelik beden deneyimimi bambaşka bir boyuta taşıdı. Yaşam kendi kendini üretmek için bedenimi kullanırken, bedenim yaşamın emrinde salt bir araçtı. Buna tanık olmak bende büyük hayret ve büyülenmişlik duyguları uyandırdı. Yaşamın işleyişi karşısında adeta dilim tutuldu ve bu sanat üretmemi zorlaştırdı. Doğumu takip eden aylarda yavaş yavaş atölyeye geri döndüm ve o noktadan sonra pratiğimi cinsiyet ötesindeki daha kapsayıcı bir alana taşıma ihtiyacım hız kazandı. Hamilelik, bireysellik dediğimiz meselenin nasıl bir yanılsama olduğunu fark etmemi sağladı. Yaşamın döngüleri karşısında cinsiyet dediğimiz mevzunun dahi anlamsız ve çok küçük olduğunu fark ettim. Beden her cinsiyetteki haliyle yalnızca bir araç, bir kap... Ve aslında her zaman sadece kolektifiz; bakteriler, diğer canlar, doğa, yaşayan ve yaşamayan tüm insanlar yaşamı hep birlikte üreten devasa sistemin birer parçası. Bu perspektifte, siyasi ve toplumsal kimlik, cinsiyet, özgürleşme gibi sorunsallar farklı anlamlar kazanıyor. Şu anda, bedenden başlayan bir özgürlük ve güçlenme hareketinin, kuir bir ekofeminizm ekseninde nasıl geliştirilebileceği üzerine sorular soruyorum.
Bir dönem Kurtlarla Koşan Kadınlar okumalarına moderatörlük ediyordun. Şair ve psikanalist Clarissa Pinkola Estes’in eseri nasıl etki etmişti katılımcılar üzerinde?
Bu kitabı yukarıda bahsettiğim, kendimi arayış dönemimde okumaya başlamıştım. Daha ilk sayfadan onu başka kadınlarla birlikte okuma ihtiyacı hissetmiştim. Kendi dişil doğamı keşfetme yolunda, başka kadınlarla bir arada olmaya, dişil bir deneyim alanının parçası olmaya büyük özlem ve ihtiyaç duyuyordum. Benim rehberlerim daima kadınlar oldu. En kayıp anlarımda bana ışığı gösteren hep bir kadındır. Okumaları, benzer arayıştaki kadınlarla bir araya gelme motivasyonuyla organize etmeye başladım. Facebook’ta bir etkinlik sayfası oluşturdum ve buluşmaları yalnızca oradan duyurdum. Bu sayfa kadınlar arasında elden ele hızla yayıldı ve bu toplantılar bir anda kendiliğinden büyüdü. Bazen 150 kişi bir arada, dip dibe, sohbet eder, tartışır, paylaşırken odada oluşan enerjiyi sözle tarif edemem. Yüzler ışıl ışıl, havada dokunabileceğin türden bir pırıltı. Parçası olmak sihir gibiydi. Çok güçlendirici ve şifalandırıcı… Dişil enerjinin gücü bu işte. Bugün artık sadece kadın değil, her cinsiyetten birey içindeki bu gücü keşfetsin, bununla büyüsün, birleşsin, iyileşsin istiyorum. Çalışmalarımda dişil enerjiyi daha kuir, kapsayıcı ve cinsiyet ötesi bir alana akıtmaya çalışıyorum.
Şu anda bu topraklarda yaşamak ve üretmek senin için nasıl anlamlar taşıyor?
Burada olmayı zihnim ara ara sorguluyor fakat hemen sonra derinden gelen iç sesim bunun doğru yer olduğunu bana hatırlatıyor. Yurtdışında aldığım eğitimler ve gerçekleştirdiğim projeler bana bilgiler, yöntemler ve ilişkiler kazandırdı. Fakat pratiğim bu toprakların sunduklarından ve bu insanın ihtiyaçlarından ilhamla meydana geliyor, gelişiyor. En anlamlı bulduğum işbirliklerim burada, buralı insanlarla meydana geliyor. Buralıyım ve burayı dünyanın diğer her yerinden daha iyi tanıyorum. Bunun hem artıları hem de eksileri var. Fazla aşinalık körlüğe sebep olabiliyor o yüzden analiz yeteneğini daima keskin tutmak gerekiyor. Bunun yanında, bu toprakların ürünüyüm ve oluşumumda kullanılan malzemeyi iyi tanımamı bir avantaja dönüştürmeye çalışıyorum. Bu topraklara has o değişken, akışkan ve radikal enerjiyi çok ilham verici buluyorum. Kadim bilgiler gömülü burada. Şu anda bu tüketim odaklı popüler bir mistik turizm akımına dönüştü. Bundan bahsetmiyorum. Bu bilgilerin bize nüfuz etmesine izin vermekten, onları gerçek anlamda anlamak ve korumaktan bahsediyorum.
Nazlı Gürlek Hodder
Nazlı, uzun yıllardır sanatçı ve küratör olarak şekillendirmekte olduğu keşif pratiğini, son yıllarda devam ettiği sanat terapisi, aile dizimi ve sinir sistemi fizyolojisi eğitimlerinde edindiği bilgiler ile harmanladığı kendi şifa metodu üzerinde çalışmaktadır. Performistanbul danışmanlığı ve yürütücülüğünde geliştirmekte olduğu bu metod ile özgürlük, direnç ve güçlenme pratikleri geliştirmeyi amaçlar. 2023 yılında Healing Academy Istanbul bünyesinde Feride Gürsoy ile “Sistemik Dizim ve Kadim Beden Bilgeliği Eğitimi”ni aldı. Ayrıca, Kaliforniya’daki Tamalpa Institute’de Daria Halprin ile Life/Art Process® dışavurumcu sanat terapisi metodu çalışmalarına ve Rotterdam’daki Codarts’da Dans Terapisi Yüksek Lisans Giriş Programı’na katıldı. Tamalpa Institute’de 2018-20 yılları arasında çeşitli workshop’lara devam etti. Sanatçı ve küratör olarak çalışmaları Türkiye ve yurtdışındaki çeşitli kurumlarda sergilendi. 2017’de Gürlek’in “BİR” adlı canlı performansı ANAMED Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde “Bir Kazı Hikayesi Çatalhöyük” sergisi kapsamında gerçekleşti. 2020’de ise “Bedende” adlı kişisel sergisi Evliyagil Dolapdere’de gösterildi. Sanatçı şu anda Kasa Galeri’de Eylül 2024’te Barış Göktürk ile birlikte gerçekleştirecekleri duo sergisine hazırlanmaktadır.