Bu röportajda, Kadir Has Üniversitesi Kadın Çalışmaları Programı doktora adayı İlkay Baliç ile, annelik emeği üzerine yazdığı akademik makale vesilesiyle, bu alandaki deneyimlerini, toplumsal cinsiyet kodlarının ebeveynliğe yansımalarını, dijitalleşmiş ve neoliberal bir dünyada nasıl şekil değiştirdiğini daha yakından keşfetmek için bir araya geldik.
Sevgili İlkay, seni yazar, editör ve kültür yöneticisi olarak tanıyoruz. Yakınlarda Equality, Diversity and Inclusion: An International Journal’da yayınlanan ‘‘How do you manage? An auto-ethnographic inquiry into contemporary maternal labor’’ [Nasıl idare ediyorsun? Günümüzde annelik emeğine oto-etnografik bir bakış] isimli makalende annelik tecrüben üzerinden ataerkil annelik kurumunu ve bunun mavi ve beyaz yaka işlerle ilişkisini sorgularken duygusal ve zihinsel emeğin görünmezliğine de işaret ediyorsun.
Makalede iki tarafın da çalıştığı, heteroseksüel bir çift ilişkisi içerisindeki anne oluş deneyimimi, ataerkil bir kurum olarak Annelik’le müzakere ve mücadele içinde nasıl kurduğuma ve anlamlandırdığıma, dijitalleşmiş bir dünyada ve neoliberal bir bağlam içerisinde bu emeğin niteliğinin nasıl şekil değiştirdiğine, ebeveynlik emeğinin eşler arasında adil paylaşılmasının önündeki engellere bakıyorum. Anneliğe ve aileye vakfedilen emeğin artık “ikinci mesai” tanımını aşarak mekânsal, zamansal, duyusal anlamda işe vakfedilen mesaiyle iç içe geçtiğini; telefon ve bilgisayar ekranlarından yürütülen, dur durak bilmeyen bir “çalışma” gibi hissettirdiğini anlatıyorum. Anneliğin ilk yedi senesini feminist bir kadın olarak nasıl deneyimlediğimi anlamaya, kuramsal bilgi ve akademik literatür aracılığıyla anlamlandırmaya çalışıyorum.
Annelik, feminist hareket ve akademik üretim içerisinde hem kendine yoğun bir biçimde yer bulan bir konu, hem de halen hareketin ana fay hatlarından birini oluşturuyor: Kadınlığın “üreme”yle beraber tanımlanması, rahmi olan ve olmayan kadınlar, anne olmayı arzu eden ve etmeyenler, iyi anne/kötü anne, çalışan anne/ev hanımı anne, Cumhuriyet ideolojisinin yeni nesilleri yetiştirmekle yükümlü bilinçli annesi, muhafazakâr aile ideolojisinin fıtratında şefkat olan kutsal annesi... Kendi hikâyemde “anne” olmak, cinsiyetler arası hiyerarşiyi, eşitsizlikleri çok daha yoğun yaşamaya başladığım bir döneme işaret ediyor. Ergenlik dönemindeki kısıtlamalar, aile içi iş bölümünde gözlemlediğim eşitsizlikler, evlilik beklentisi... Tüm bunlar kent merkezinde, meslek sahibi bir anne-babanın tek çocukları olarak yaşadığım imtiyazlı hayat içerisinde orta yollar bularak tahammül ettiğim, görece “minör” ayrımcılık biçimleriydi. Kadınların çoğunlukta olduğu iş ortamları içindeydim, cinsiyetimin profesyonel hayatımda belirleyici bir faktör olduğunu hissetmiyordum. Pek çok ayrımcılık biçiminden korunduğum bir kabuğun içinde yaşıyor, toplumsal hayatla izin verdiğim ölçüde kesişiyordum.
Anne olduktan sonra geleneksel annelik normlarıyla, beklentilerle daha sert bir müzakere içine girdiğimi, feminist bir kadın olarak kendi öznelliğimi yeniden kurmaya da yoğun bir mesai ayırdığımı makaleyi yazarken anladım. Makalede annelikle ilişkili olarak ele aldığım ev/aile içi emek meselesi, modern dünyanın üzerine kurulu olduğu sömürü düzenine işaret ediyor. Erkeğin asıl işçi olduğu, kadının bu işçinin yeniden üretiminden sorumlu “ev idarecisi” pozisyonunu üstlendiği bu temel kapitalist düzen, kadınların eğitime erişiminin arttığı günümüz dünyasında da geçerliliğini koruyor. Aile kurumu ve toplum düzeni, kadının karşılıksız ev içi emeğiyle dönüyor. Genelde kurumlar ve çalışma hayatı bağlamında karar verici pozisyonlarda erkeklerin hâkimiyeti sürerken, kadınlar ancak iletişim, insan kaynakları gibi “hizmet” departmanlarında yönetici olabiliyor, ofislerin duygusal yükünü sırtlanırken erkekler için tasarlanmış ofislerde, duygularını dışavurmaktan ve haklarını talep etmekten kaçınarak mesai yapıyor.
Kişisel tecrübelerin bu meselelerle ilgilenme biçimini ne şekilde değiştirdi?
Benim hikâyemde benzer hayat ve çalışma pratiklerine sahip olduğum, feminist bilinci olan, ancak pratikte ev ve organizasyon işlerinde benim kadar becerikli olmayan bir eşle, sürekli müzakere üzerine kurulu bir düzen vardı. Temizlik, çamaşır, ütü gibi bedensel güç gerektiren, “mavi yaka” işleri “hizmet” olarak satın alıyorduk. Bu hizmetin satın alınmasının, sürdürülmesinin organizasyonu bendeydi. Yer yer çatışmalı bir biçimde sürdürdüğümüz bu düzen, bebeğin denkleme dahil olmasıyla beraber kökten sarsıldı. Makalede anneliğin ilk yıllarında katlanarak artan, ofis çalışanı becerileri gerektiren, eşe veya başka birine de pek ihale edilemeyen emek biçimlerine bakıyorum: Bebek kundaklanacak mı, katı gıdaya geçişi nasıl olacak, hangi bez kullanılacak, bize en uygun puset hangisi, fotoğrafları dijitalde mi arşivlenecek yoksa basılı albüm yapılacak mı, küçülmüş giysileri kime verilecek, hangi kitaplar alınacak, hangi okula yollanacak... Soru listesi uzatılabilir. Bütün bu araştırma-geliştirme ve organizasyon emeğini tüm boyutlarıyla bir makalede toparlamak zor. Özel ihtiyaçları olan çocuklar için bu emeğin ne boyutlara ulaştığı, boşanmış anneler, çocuğunu tek başına büyütenler için aldığı biçimler, başka dezavantajlı bağlamlardaki uzantıları da daha fazla çalışılmalı.
Temel iddiam ise şu: Bunları “görünmez emek” veya “zihinsel yük” terimleriyle açıklamak artık işimize yaramıyor. Araştırmalar heteroseksüel çift dinamikleri içinde kadınların daha fazla düşünme, planlama ve kaygı yükü taşıdıklarını gösteriyor, evet, ama bunun “iş programı”nda ve “takvim”de son derece elle tutulur bir karşılığı var. Çocuğun arkadaşının doğumgünü öncesinde hediye almak gerektiğini akılda tutmak “zihinsel” bir yük müdür, yoksa ajandanıza not ettiğiniz bir “görev” midir? Kim bir CEO’nun görev tanımı için “zihinsel yük” diyebilir? İlaveten, “zihinsel yük” kavramının kadınların “tabiatları itibarıyla” çok boyutlu düşünebildikleri, aynı anda birkaç farklı işi üstlenebildikleri, “aslen” erkeklerden çok daha becerikli oldukları söylemiyle iç içe geçerek kadınlara “erkeklerden üstünüz” diyerek rahatlama ve sömürüye üstün hissederek razı gelme yönünde bir patika açtığını düşünüyorum.
Neticede yerlerine çok kullanışlı, muhteşem bir terim öneriyor değilim. Şunu söylüyorum: Aile içi işleri, beyaz yaka çalışma hayatındakine benzer ünvanlarla düşünelim: Satınalma, İnsan Kaynakları, Araştırma-Geliştirme, Planlama, Koordinasyon... Böyle düşünmeye başladığımızda iş hayatında olduğu gibi, hizmet görevlerini kadınların üstlendiğini, karar gerektiren konularda (özellikle de satınalma kararları öncesinde) Yönetim Kurulu Başkanı olan eşlerine bir “yönetici özeti” sunduklarını, evdeki ve iş yerindeki iş bölümünün birbirine benzediğini görebiliriz. Bu bakış hem evde hem de iş yerindeki karar alma/hizmet verme hiyerarşilerinin farkına varmamıza yardımcı olabilir.
Otoetnografik çalışmanın kolaylık ve zorlukları neydi senin için?
Otoetnografi, “otoportre” gibi, araştırmacının kendi deneyimini anlatması üzerine kurulu bir nitel araştırma yöntemi. Bu yöntemde özgün olan, kişisel bir hikâyenin kültürel bağlam ve anlam evreni içerisinden yorumlanması. Otoetnografinin benim için en ilginç yanı, yazarken keşfettiklerim ve yazma sürecinin kendisinin araştırmanın parçasına dönüşmesi oldu. Bu makalenin yazım ve revizyon süreci, beni daha sakin bir anne yaptı. Çocuğuma ilişkin kaygılarımın toplumsal baskı hissettiğim durumlarda yükseldiğinin farkındaydım. Ne zaman zihnimde “bu davranışı normal mi/normlara uygun mu?” sorusu belirse çocuğa karşı saldırganlaştığımı, daha öfkeli olduğumu fark ediyordum. Dolayısıyla tüm kafa ve kavram karışıklıkları, denememsi yapısı, söyledikleri ve söylemedikleri bir yana, bu makale bana anneliğin ilk yedi senesiyle hesaplaşma ve bu hesabı paketleyip rafa kaldırma fırsatı sundu.
Öte yandan, yazım sürecinde şu temel bunalım çukuru beni zorladı: Kentli, eğitimli, profesyonel, “beyaz” bir kadının dertleri üzerine düşünmek ne işimize yarar? 6 Şubat depremlerinden sonra kendi “küçük” dertlerim üzerine yazıp durmak iyice anlamsızlaştı. Neticede bu çukurdan kendimi şu düşünceyle bir nebze kurtardım: Irk, etnik kimlik, engellilik, yaş, göçmenlik gibi pek çok toplumsal dinamiğin cinsiyetle kesiştiği kavşaklarda bulunan kişiler, daha kırılgan pozisyonları işgal ediyorlar. Bu pozisyonlardaki kişilerin hayatlarına ilişkin kararlar, hepimizin hayatlarına ilişkin temel kararlar, dünyanın neredeyse tamamında, imtiyazlı erkekler tarafından alınıyor. Bunun değişmesi için kadınların kamusal hayata ve karar mekanizmalarına daha fazla dahil olmalarının yolunu bulmalıyız. Dolayısıyla dezavantajlı gruplara odaklanan çalışmalarla görece imtiyazlı gruplara yönelik çalışmaların el ele ilerlemesi, birbirini beslemesi gerektiğine inanıyorum. Bu makaleyi tamamlayabilmemi sağlayan da bu inanç oldu.
‘‘Nasıl idare ediyorsun?’’da ebeveynlik sorumlulukları içinde mavi yaka olarak tanımladığın işler devredilebiliyorken, beyaz yaka olarak tanımladığın işler devredilemiyor gibi bir resim çıkıyordu ortaya. Peki anneler makalende “family manager” (aile müdürü) olarak geçen rolden nasıl azad olur?
Kadın emeğinin sömürüsü üzerine kurulu toplumsal düzen topyekûn nasıl ve ne zaman değişir, bilmiyorum. Bildiklerim şunlar:
1. Kadınlar ve tüm ezilen topluluklar dünya tarihi boyunca ne elde etmişlerse örgütlü mücadeleyle etmişler. Örgütlenmeli ve sokakta, evde, iş yerinde, mecliste mücadele etmeliyiz. Türkiye’de kadınların 1934’de elde ettikleri oy hakkının arka planındaki mücadeleyi merak edenler Yaprak Zihnioğlu’nun Kadınsız İnkılap ve Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi kitaplarını okuyabilirler.
2. Araştırmalar babalık izni olan ülkelerde ebeveynler arası işbölümünün daha eşitlikçi kurulduğunu gösteriyor. İki anneli, iki babalı, tek anneli, tek babalı ailelerin de artmasıyla beraber çalışma-ebeveynlik ilişkisini kökten değiştirecek yeni düzenlemelere, bakım emeğine odaklanan sosyal politikalara, erken çocukluk ve yaşlı bakımı altyapısına ve bakım odaklı uygulamalar geliştiren iş yerlerine ihtiyacımız var.
3. Ev içi çalışmanın da “çalışma” olduğunun hukuken tanınmasına ve maaş karşılığının standarda bağlanmasına ihtiyacımız var. Ev hanımlarının SGK’larına teşvik vermek yeterli değil.
4. İhtiyaç duyduğumuz yapısal düzenlemelerin oluşmasına ve yerleşmesine daha ne kadar var, bilmiyoruz. Peki biz bugün ne yapalım, kendimizi nasıl özgürleştirelim diyorsak, buna yanıtım da şu: Feminist kitaplar okuyalım, feminist tartışmalar yapalım, bulunduğumuz her ortamda eşitliği talep edelim. Feminist düşünce yalnızca kadınların değil, tüm ezilen toplulukların karşılaştıkları ayrımcılığa karşı gözümüzü açma, bizi daha tutkulu, daha cesur, daha talepkâr kılma potansiyeli taşıyor.
5. Evdeki iş bölümüne dair eşitlik talebimizde gerginlikten, tartışmadan, kavgadan kaçmamak gerektiğini düşünüyorum. Dinlediğim bir konuşmacı bazı işleri eşine “verdiğini,” kötü yapsa da eleştirmediğini, bıyık altından gülerek izlediğini söylemişti. Bence bu tutum kadının “erkek beceremez zaten” ön yargısından kaynaklanıyor ve işleri delege eden “aile müdürü” rolünü de besliyor. Bunun yerine işleri kağıda dökerek tarafların hangilerine talip oldukları, kendi becerileri ve tercihleri doğrultusunda belirlenebilir. Tıpkı iş yönetirken yazdığımız görev tanımları, iş akış şemaları gibi, kâğıda döküp mutabık kalmak ve “atlama” olduğunda “geribildirim” vermek, sürekli hınç duymaktan, pasif agresif öfke nöbetlerinden, iş verip burun kıvırmaktan daha iyi çözümler diye düşünüyorum.
6. Yetişkin erkeklerin ev yönetimi becerileri kazanmaları için atölyeler, eğitimler yapılabilir. Bir yetişkinin yemek yapmayı bilmemesi temel hayatta kalma becerileri açısından büyük bir eksik, ayrıca yalnızlık/yaşlılık hallerinde büyük bir çaresizlik/kırılganlık kaynağı.
7. Bir sonraki nesli nasıl yaparız da başka türlü yetiştiririz? Yalnızca kendi annelik/ebeveynlik pratiklerimiz anlamında değil, tükettikleri tüm içerikler bakımından da bir sonraki nesli gözetmek zorundayız. Kimimiz kitap yazarak, kimimiz çevirerek, kimimiz okul yönetimine, milli eğitime mektuplar döşenerek, kimimiz arkadaşlarımıza feminist bir kitap, bir bell hooks kitabı hediye ederek...
Makaleni okuduktan sonra hamilelik ve doğum sonrası süreçlerimde bana anlamlı gelen, hamilelik, doğum, annelik ve ebeveynlikle ilgili konuları önemseyen hangi çalışmalarda yer aldım diye düşündüm kendi kendime. Ozan’a hamileyken davet edildiğim ve bebekliğinde üzerinde çalıştığım Elif Uras monografisi ve Kaynak isimli sergi, sonrasında Sarp Renk Özer’le Türkçe redaksiyonuna katkıda bulunduğum Xenofeminism: A Politics for Alienation ve şimdilerde Stroller Art Platform’daki sohbetlerimizi zihnim bir çırpıda dizdi önüme. Senin hamileliğinde ve sonrasında haşır neşir olduğun sanatsal çalışmalar nelerdi?
Hamileliğim sırasında çalışma düzenimde önemli bir değişiklik oldu. Hamile kaldığımda eşimle beraber serbest çalışıyor, kurumlarla proje bazlı işbirlikleri yapıyorduk. Bir tek Arter’e tüm yayınların editörü olarak düzenli hizmet veriyordum. O dönemde Arter, Dolapdere’deki binaya giden yolda ekibi planlı olarak büyütüyor, yeni ve daha büyük kurumun ihtiyaçlarına yönelik bir ekip kuruyordu. Ben de bu ekibin iletişim, yayıncılık ve öğrenme programlarından sorumlu direktörü olarak atanmıştım. Mart ayında doğum yaptım, o sırada Mayıs ayında açılacak Barbara Heinrich küratörlüğündeki Spaceliner sergisinin açılışı yakındı; bir yandan da Šejla Kamerić’in Aralık’ta açılacak sergisinin hazırlıkları başlamıştı.
Doğumdan iki-üç hafta sonra, ofise Šejla Kamerić’le kısa bir toplantıya gittim. O da o dönemde üçüncü çocuğuna hamileydi ve Arter’deki sergi için dokuz aylık hamile bedeniyle üzgün palyaço Pierrot makyajı içinde, yanağında bir gözyaşı damlasıyla poz verdiği bir fotoğraf işi üretecekti. Yapıtın başlığı Embarazada İspanyolcada “hamile” anlamına geliyormuş; ama aynı zamanda İngilizcedeki “mahcup/utanmış” anlamına gelen “embarrassed” kelimesini çağrıştırıyor. Šejla Kamerić’in Bosna Savaşı’na, sınırlara, kadın bedeninin kamusal temsillerine bakan işleri, hem büyükbaba tarafından gelen, genetik miras ve soyadından ibaret olan Boşnak yanıma çok hitap etti, hem de içinden geçtiğim anneleşme süreciyle sıkı bir diyalog içine girdi.
Benimle paylaştığın Gender Free Kids belgeseli toplumsal cinsiyet algımızın yedi yaş civarında somutlaşmaya başladığından bahsediyor, bu yaşta çocuklarla çeşitli toplumsal deneylere yer veriyordu. Örneğin bana çarpıcı gelen bir nokta erkek çocukların kız çocuklara göre duygusal okuryazarlığının, kızlarınsa erkeklere göre özgüveninin daha düşük tespit edilmesiydi. Senin doktoran için yaş grubu seçimin nasıl oldu? Nasıl bir metodoloji izleyeceksin araştırma sürecinde?
Tez önerisini hazırlama aşamasına geldiğimde zihnimde, ilkokul veliliğimin ilk iki yılında gözlemlediklerim aracılığıyla yeni bir konu büyümeye, şekillenmeye başladı: Bir sonraki nesli cinsiyet eşitliği bakımından nasıl yetiştiriyoruz? Cinsiyet kimliğinin oluşma sürecinde ebeveynler ve öğretmenler nasıl bir rol oynuyor? Ebeveynler, öğretmenler ve çocuklardan oluşan o son derece kendine has üçgende, nasıl müzakereler, mücadeleler süregidiyor?
Her araştırma projesinde olduğu gibi işe literatürü tarayarak başladım. Türkiye’de eğitim sosyolojisine, müfredata dair son derece nitelikli eleştirel çalışmalar yapılmış ve yapılmakta. Ancak çocuk/cinsiyet kesişimindeki nitel çalışmalar çok sınırlı. Çocuklar çoğunlukla pedagojinin/psikolojinin alanına bırakılmış; sosyal bilimler ve cinsiyet çalışmaları alanında çocuklara odaklanan araştırmalara nadiren rastlıyoruz. Cinsiyetin insan yavrusunun ilk öğrendiği toplumsal kategori olduğunu biliyoruz. Ebeveynlerin çocukları cinsiyetlerine göre yetiştirdiklerini, modern dünyada oyuncakların, giysilerin, beklentilerin cinsiyete göre şekillendiğini, yetişkinlerin cinsiyetlere dair biyolojik önyargılarının çocukların toplumsal alandaki varoluşlarını ve imkân evrenlerini belirlediğini gözlemliyoruz. İlkokul dönemi, çocukların toplum düzenine resmen adım attıkları, vatandaş ve birey olarak kuruldukları bir zamana işaret ediyor.
Bu dönemde çocukların etrafındaki yetişkinler için cinsiyet normlarına uyma/uymama arasındaki sınır ne kadar kırılgan? Türkiye’de bugün farklı sınıflar, etnik topluluklar arasında geçerliliğini koruyan, farklı grupların ortaklaştıkları bir cinsiyet sözleşmesinden bahsedebilir miyiz? Anti LGBTQİ+ söylemleri cinsiyet eşitliği bağlamında öğretmen ve velilerin kaygı seviyelerine nasıl etki ediyor? Araştırmam için aklımda tüm bu sorularla yola çıktım. Şimdi zihnimdeki karmaşayı ehlileştirme, sahayı ve yöntemi kesinleştirme, kuramsal çerçeveyi oturtma aşamasındayım.
Kardeşim ve eşi oğlum bebekken Julie Merberg’in yazdığı My First Book of Feminism (for Boys) adlı bir kitap hediye etmişlerdi bize. Uzun süre keyifle okumuştuk bu resimli çocuk kitabını. Bir kaç sene sonra da Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Kızlar da Yapar! Erkekler de Yapar! isimli kitaba aşık olmuştuk. Şimdilerde ödev olarak yazdığı fişlerde “Tülay ütüle. Tülay tülü ütüle. Tülay tülü hemen ütüle.” gibi satırlara rastlayınca bu ifadeler ve atfedilmiş roller üzerine düşünüyoruz. Sizin de oğlunla toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan kitap okuma tecrübeniz var mı?
Kanat’la okuduğumuz, izlediğimiz, duyduğumuz pek çok şeye cinsiyet ve ayrımcılık gözlükleriyle bakmaya çalışıyoruz. Sanıyorum doğrudan cinsiyet eşitliğini konu alan bir kitap okumadık bugüne kadar. Ama okuduğumuz her kitapta kapsayıcılıkla, ayrımcılıkla, cinsiyet hiyerarşisiyle ilgili problemli konumlamalara, ifadelere denk geliyor ve üstüne konuşuyoruz. Bazen bir film izlerken ırkçı bir espriye dikkatini çekiyoruz, bazen ödev yaparken o bizi çağırıp “gene ‘annem çamaşır yıkarken’ demişler burada, öf!” diye şikayet ediyor. Kapsayıcı içerikler tüketmesine, hikâye edişlere eleştirel bakma kasını geliştirmesine gayret ediyoruz: Kurtarılmayı beklerken çığlık atan kızlar, kurtarmaya gelen oğlanlar, cinsiyetler arasındaki güç ilişkileri, insanlar ve diğer canlılar/cansızlar arasındaki hiyerarşiler...
Rahatsız olduğumuz bir içerikle karşılaştığımızda, birisi ona “erkekler ağlamaz” veya “saçını kestirirsen daha yakışıklı olursun” dediğinde, Kanat’a durumu şöyle açıkladığımı fark ettim: “Eskiden böyleymiş, bunlar eskimiş kalıplar”... Bu anlatıda bir “kırılma” oldu mu, nerede oldu, orası meçhul, ama son derece sık karşılaştığı cinsiyetçi, ayrımcı kalıplara “eskiden kalma, köhnemiş fikirler” olarak baksın, tamamen yok olmaları için çalışsın istedim. Şimdi kendi tercihi olan “bilimci” terimini ısrarla kullandığında, yeni tanıştığı birinden bahsederken “geçen gün gördüğümüz insan/kişi” dediğinde, “şu sıralar en sevdiğim renk pembe” demekten sakınmadığında, geleceğe dair ümidim yeşeriyor.
İlave kaynak önerileri:
Aratemur Çimen, Canan ve Sezen Bayhan, Değişen Ders Kitaplarında Sekülerizm ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırması Sonuç Raporu (Karşılaştırmalı Eğitim Derneği, 2018)
https://dspace.ceid.org.tr/xmlui/bitstream/handle/1/1250/2018-De%c4%9fi%c5%9fen-Ders-Kitaplar%c4%b1nda-Sek%c3%bclerizm-ve-Toplumsal-Cinsiyet-E%c5%9fitli%c4%9fi-Ara%c5%9ft%c4%b1rmas%c4%b1-Sonu%c3%a7-Raporu-I.pdf?sequence=1&isAllowed=y
Araz, Larissa, Didem Yazıcı, Nazlı Gürlek Hodder ve Sibel Horada, ‘‘Annelik, sanat emekçiliği ve arasında sıkışan her şey,’’ Argonotlar, 15 Mayıs 2023.
https://argonotlar.com/annelik-sanat-emekciligi-ve-arasinda-sikisan-her-sey/
‘‘Bakım veren nedir (ve ne değildir?),’’ 9 Temmuz 2021.
https://aposto.com/s/aile-kavrami-yaygin-olarak-heteroseksuel-evli-bir-cifti-ve-onlarin-biyolojik-cocuklarini-ifade-etmek-icin-kullaniliyor-ancak-aile-kavrami-farkliliklar-gosteriyor-geleneksellesmis-aile-kavrami-aile-ve-ebeveynlik-kavramini-tanimlamada-yetersiz-eksik-ve-sorunlu-kaliyor-bu-bultende-bakim
Crenshaw, Kimberlé, The urgency of intersectionality (TED Talks, 2016)
https://www.youtube.com/watch?v=akOe5-UsQ2o&t=1s
Çocuk Düşüncesi, Cogito, Sayı: 108 (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Kış 2022)
Erdoğan, Emine ve Nehir Gündoğdu (editörler), Türkiye’de Feminist Yöntem (İstanbul: Metis, 2020)
hooks, bell, Feminizm Herkes İçindir: Tutkulu Politika (İstanbul: BGST, 2012)
Laboria Cuboniks, ‘Xenofeminism: A Politics for Alienation’’
https://laboriacuboniks.net/manifesto/xenofeminism-a-politics-for-alienation/
Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 10: Feminizm (İstanbul: İletişim, 2020)
My First Book of Feminism. https://youtu.be/GgE1G3CNaxU
Öztan, Güven Gürkan, Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası (İstanbul: Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011)
Selen, Eser, Aylin Sunam, Afife İdil Akın, Hilal Biçakcı & Arda Kaplan (2023) The impacts of processes of digitalization on the reception of contemporary art in Turkey during Covid-19, Cultural Trends, 32:1, 70-87, DOI: 10.1080/09548963.2022.2035191
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları: Bir Değerlendirme
Yıldız Ecevit, Gülşah Şenol’un moderatörlüğünde Türkiye’de toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları disiplininin tarihini anlatıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=BGB0P_wzHaw
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Rehberi, https://www.qnbfinansbank.com/medium/document-file-3722.vsf
Young-Bruehl, Elisabeth. Çocuk Düşmanlığı: Çocuklara Karşı Önyargıyla Yüzleşme. Çev. Aksu Bora (İstanbul: İletişim, 2021)
Zihnioğlu, Yaprak, Kadınsız İnkılap: Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği (Metis, 2003) ve Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi (Metis, 2011).
İlkay Baliç, Şehir ve Bölge Planlama (YTÜ) lisans ve Sosyoloji (Boğaziçi Üniversitesi) yüksek lisans eğitiminin ardından İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sivil Toplum Kuruluşları Yönetimi Programı’nı tamamladı. Çeşitli kültür-sanat kurumları veya projeleri bağlamında editör, programcı ve yönetici olarak çalıştı. 2015-2021 yılları arasında Vehbi Koç Vakfı’nın çağdaş sanat kuruluşu Arter’in medya, yayıncılık ve öğrenme programlarından sorumlu İletişim Direktörlüğünü üstlendi.
Halen içerik üretimi, yayıncılık ve sürdürülebilirlik kesişimindeki bağımsız çalışmalarını kendi ajansı Mümkün’ün çatısı altında, akademik araştırmalarını ise Kadir Has Üniversitesi Kadın Çalışmaları Doktora Programı’nda doktora adayı olarak sürdürüyor.