ARAMA
Röportajlar
22.08.2025

“Kadınların katıldığı barış süreçlerinde kalıcı barış olma ihtimali...

Çatışma çözümü, müzakere, arabuluculuk alanlarında uzman Doç. Dr. Esra Çuhadar’a göre, kadınlar barış süreçlerinde etkili...

Çerağ Esra Çuhadar,Semin Gümüşel Güner

Röportaj

22.08.2025
18 DAKİKA OKUMA SÜRESİ

Çerağ Esra Çuhadar

Doçent Dr., Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, Bilkent Üniversitesi Doç. Dr. Esra Çuhadar, 2006 yılından beri Bilkent Üniversitesi'nde görev yapmakta olup, aynı zamanda Nisan 2024 tarihinden itibaren Kanada, Ottawa...
Devamını Oku...

Semin Gümüşel Güner

Gazeteciliğe 1998 yılında, İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat Fakültesi’nde öğrenciyken, o yıllara damgasını vuran tartışma programı Siyaset Meydanı’nda başladı. Yüksel lisansını Galatasaray Üniversitesi Uluslararası...
Devamını Oku...

Etiketler

PAYLAŞ

Çatışma çözümü, müzakere, arabuluculuk alanlarında uzman Doç. Dr. Esra Çuhadar’a göre, kadınlar barış süreçlerinde etkili olabiliyorlar. Liberya’da barış görüşmelerinin yapıldığı yerin önünde insan zinciri oluşturup “Biz evlatlarımızın ölmesinden yorulduk. Anlaşma yapmadan buradan çıkamazsınız” diyen kadın hareketi bir örnek…

Doç. Dr. Esra Çuhadar, çatışma çözümü, barış süreçleri, arabuluculuk, siyasi psikoloji deyince ilk akla gelen isimlerden… BM’ye üst düzey arabulucu danışmanı olarak seçilen ilk Türk akademisyen olan ve Akdeniz Kadın Arabulucular Ağı Türkiye Grubu kurucu üyesi, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi öğretim üyesi Çuhadar ile bir çatışmanın hangi şartlarda çözülebildiğinden kadınların bu süreçlere katılımına, Türkiye’deki yeni barış sürecinden başarılı komisyon türlerine pek çok başlığı konuştuk. 

 

Çatışma, çatışma çözümü çok sık kullandığımız kelimeler. Ama çatışma tam olarak nedir? Biz neye çatışma deriz? 

 

Çatışma deyince genellikle hep şiddet içeren düşünülüyor. Ama aslında literatürde çatışma illa şiddet içeren bir şey olmak zorunda değil. İngilizcede çatışmanın karşılığı olarak iki ayrı kelimeyi biraz farklı anlamlarda kullanıyoruz: “dispute” ve “conflict”. Türkçede ise uyuşmazlık, çatışma, silahlı çatışma veya şiddet içeren çatışma ifadeleri tercih ediliyor. 

 

Çatışmayı aslında iki tarafın isteklerini aynı anda gerçekleştiremeyeceğini idrak etme durumu olarak tanımlıyoruz. Ama isteklerin farklı olması ve aynı anda hayata geçirilememesi yeterli değil, tarafların bunu idrak etmesi de şart. 

 

Farklı çatışma türleri de var mı?

 

Tabii… İnsan ilişkisi olan her yerde çatışma olabilir. Çatışma iki insan arasında da olabilir; iki devlet arasında da, bir devletle bir silahlı örgüt arasında … Bir kurum, bir organizasyon içindeki anlaşmazlık da çatışma sayılabilir. Bir devlet içinde değişik toplumsal gruplar arasında da olabilir. Mesela bizim kamusal alanı ilgilendiren çatışmalar (public policy disputes) dediğimiz bir tür de var, çevreyle ilgili çatışmalar bunun örneği. Maden çıkaran bir şirketin o bölgede yaşayan insanlara ve yaşamlarına verdiği zarar sonucunda şirket, orada yaşayanlar ve oradaki yerel otorite arasında bir çatışma olabilir. Bunların hepsi farklı çatışma türleridir. Hepsinin özünde az önce anlattığım kavram yatıyor. 

 

Çatışmaların türü çözüm sürecinin niteliğini ve biçimini belirliyor. Mesela iki insan arasındaki çatışmaya arabuluculuk yapmakla bir sendika ile bir işveren arasında arabuluculuk yapmak çok farklı. İkincisinde bir kitle adına müzakere eden temsilciler devreye giriyor. Dolayısıyla kendi adına müzakere etmediğin, bir aracıyla müzakere ettiğin durumlar daha karmaşık dinamiklere sahip. Daha fazla aktörün devreye girdiği, uluslararası ya da bölgesel çatışmalar da var. Bunların karmaşıklık derecesi artabilir. Farklı dinamikler söz konusu olabilir. Dolayısıyla hepsi için farklı çözüm yöntemleri ve süreçleri söz konusu olur. Aynı yöntemi her tür çatışmaya değiştirmeden uygulayamazsın. 

 

Çatışma her zaman olumsuz mudur?

 

Hayır. 1950'lerde bu konuda ilk çalışmaları yapan sosyologlardan Lewis Coser’ın Sosyal Çatışmanın İşlevleri (The Functions of Social Conflict) diye bir kitabı vardır. Sosyal çatışmayı kötü bir şey olarak görmez, çatışmanın toplumsal ve sosyal bir fonksiyonu olduğunu, sorunların çözümüne, bir toplumun gelişmesine katkıda bulunabildiğini anlatır. 

 

Çatışmanın kendisi kötü bir şey olmayabilir. Çatışma doğal bir şey, ve hayatın her noktasında var. İnsanlar, gruplar, toplumlar olarak o çatışmayı nasıl yönettiğimiz, nasıl yaklaştığımız, onu çözmek için nasıl bir yöntem kullandığımız çatışmanın yıkıcı olup olmamasını belirliyor. Daha yapıcı, şiddet içermeyen yöntemlerle yönetirsek çatışma çok kötü de sonuçlanmayabilir, iyi bir yere götürebilir, hatta bir fırsat bile olabilir. 

 

Son yıllarda çatışmayla ilgili nörobilim alanından yapılan ilginç çalışmalar var.

 

Nörobilim çatışmaya dair ne tür ilginç bulgular ortaya koyuyor?

 

Çatışmayı çok kötü bir şey olarak düşünmemizin nedenlerinden biri de, aslında kaç - savaş mekanizmamız. Bir kişi çatışma içindeyken karşı tarafı tehdit olarak algılıyorsa, insan beyni vücudun fiziksel bir tehdit algıladığında verdiği tepkilere benzer tepkiler veriyor, savaş - kaç mekanizması tetikleniyor.  Çatışma konusunda negatif düşünmemiz de bu doğal tetiklenme sonucu oluyor.

 

Ama beynini ve davranışlarını başka türlü bir şekilde eğitiyorsan illa o otomatik tepkiyi vermek zorunda değilsin. 

 

Bir örnek üzerinden gidelim mi?

 

Mesela sabah bilgisayarını açtın, patronundan sana “Berbat bir iş çıkarmışsın, böyle giderse seni işten çıkarmak zorunda kalacağım” diyen çok sert ifadelerle dolu bir e-mail geldi. O e-maili okuduğunda nasıl bir tepki verirsin? Gerilirsin, belki midene bir ağrı girer, aşağılanmış hissedersin, belki içinden gelen ilk refleks, yanıtla tuşuna basıp karşı saldırıya geçmek olabilir. İşte bu, senin tehdit algıladığın anda, o savaş kaç mekanizmanın aktive olması demek. 

 

Ama bu tek yol değil. İçinden bir ses şunu da diyebilir: Bu e-maili yollama, bunu tırmandırırsan, işini kaybedersen ne olacak, okul taksitleri vs. var. Önce sakince bir düşün, patron neden böyle bir şey söylüyor, bir anlamaya çalış. Bunun üzerine sakinleşip sonra patrona “Bir kahve içsek de konuşsak” diyebilirsin. 

 

İşte bu noktada bir araya gelip birbirini dinlemek önemli, “Ben yazdıklarınıza çok kırıldım ama yaptığım işle ilgili neden böyle düşündüğünüzü merak ediyorum, bunu anlatır mısınız?” diye sorabilirsin. Belki karşı tarafın senin daha önce hiç fark etmediğin ve üçüncü kez yaptığın bir hatayı söylemesi bir alan açabilir. “Ben bunu böyle yaptığımın farkında değilim. Bunu değiştirmek için ne yapabilirim?” diyerek bir uzlaşma bulmak mümkün. 

 

İki farklı tepki var. İkincisini yapmak biraz daha zor, belki biraz eğitilmek, durmak ve düşünmek, “yavaş beyin” dediğimiz kısmı devreye sokmak gerekiyor. Aslında biz yapmayı öğreten müzakere yöntemleri, yapıcı çatışma çözme yöntemleri üzerine çalışıyoruz. 

 

Peki, bir çatışmanın gerçekten çözülebilmesi için ne lazım? Hangi durumlarda çatışma çözülebiliyor, hangisinde olmuyor?

 

Bunun tek bir net cevabı yok,birçok farklı yöntemle yaklaşabiliriz. Bununla ilgili çok fazla teori de var. Ama sorulması gereken asıl soru şu: ne tür bir çatışmanın çözümünden bahsediyoruz? Çatışmanın türü burada çok daha önem kazanıyor. İki kişi arasında bir anlaşmazlığı çözmek için arabuluculuk yapmakla, İsrail-Filistin arasında arabuluculuk yapmak ya da öyle bir süreci tasarlamak çok farklı şeyler.

 

Peki, her ikisinde de ortak olan bir özellik var mı? 

 

Arabuluculuğun temel süreçleri aynı… Her ikisinde de ortak kullanabileceğin beceriler olabilir. Mesela iyi bir arabulucunun çok iyi bir dinleyici olması lazım. Özel dinleme yöntemleri veya mesela ‘yeniden çerçeveleme’ dediğimiz birçok teknik var. Bu teknikler iki kişi arasındaki bir anlaşmazlığı çözmek için de diplomatik bir görüşmede de kullanılabilir. 

 

Ama süreçlerin tasarımı çok farklı. Benim uzmanlığım bu süreç tasarımı yani nasıl bir teknikle ve süreçle ilerlenmesi gerektiğini planlamak… Mesela tarihsel boyutun çok karmaşık olduğu, çok kapsamlı toplumsal bir çatışmanın çözülmesi için tasarlayacağın süreç çok farklı olur, barış süreçleri uzunca ve titizlikle planlanır. Mesela Trump’ın niyetlendiği gibi iki tarafı bir araya getirelim, 3-4 saat konuşsunlar, anlaşsınlar diye ilerlemez. 

 

Ama öte yandan arabuluculuğun temel prensipleri aynı. 

 

Nedir arabuluculuğun temel prensipleri?

 

Tarafsız olmak yani konuya ilişkin görüşünüz ne olursa olsun süreci yönetirken taraflara karşı süreçte adil ve eşit davranmak. Sürecin mahremiyetine ya da gizliliğine özen göstermek ve taraflardan izinsiz bilgi paylaşmamak. Sürecin gönüllülük esasına dayanması; arabuluculuğu diğer çatışma çözme yöntemlerinden, yargı sürecinden de ayıran prensip de bu zaten. İki tarafın da senin arabulucu olman için sana rıza vermesi gerekiyor. Ayrıca süreci istedikleri noktada bırakabilirler. 

 

Peki, bir müzakere süreci ne zaman başlar?

 

Dün vefat ettiğini öğrendiğimiz, bu alanda çok önemli çalışmaları olan bir akademisyen var: William Zartman. Onun bir kuramı var, diyor ki müzakere süreci iki taraf artık bir yenişememe durumuna, bir çıkmaza girince başlar. Bir de ek olarak sorunun konuşarak çözülebileceğine dair bir umutları olması gerek. Taraflar yenişememe ve çıkmaz durumuna geldiğini fark ettiği noktada müzakere ciddi bir opsiyon haline geliyor. O, kıymetli bir nokta hatta buna fırsat penceresi deriz. 

Ama iki tarafın da bunu fark etmesi gerekiyor. Tükenmişlik hissine ek olarak bunu yaparsak bu sürecin sonunda çeşitli ödüller var, düşüncesinin ya da umudunun olması lazım. O zaman müzakere yönüne doğru gitmeye daha gönüllü oluyorlar. Genelde müzakereler böyle başlıyor.

Çatışmaların ne kadarı çözülüyor? Ne tür veriler var? 

 

Siyasi çatışmalar özelinde bakarsak rakamlar var. Düzenli olarak bu veriyi toplayan birkaç yer var dünyada; bunlardan bir tanesi Uppsala Üniversitesi'ndeki Uppsala Conflict Database (UCDP), bir tanesi de Norveç'teki Peace Research Institute Oslo (PRIO). 

1945'den beri farklı çatışma türlerine dair verileri topluyorlar. Farklı çatışma türlerinde uzun vadede nasıl trendler oluyor, nasıl değişiyor, dünyanın hangi bölgelerinde yeni çatışmalar çıkıyor veya hangi çatışmalar yenileniyor, bunların verileri toplanıyor. 

 

Barış süreçleriyle ilgili veriler de var. Mesela Edinburgh Üniversitesi'nde PeaceRep adlı bir araştırma biriminde, dünyada yapılan bütün barış anlaşmalarının veri tabanını oluşturdular. 

 

Yakınlarda PeaceRep'in 2024 raporu yayınlandı. Rapora göre, 1990'dan bu yana 2140'dan fazla barış anlaşması imzalanmış. 150'den fazla süreç yürütülmüş. 2024'te 43 anlaşma yapılmış, ama bu anlaşmaların çoğu Kolombiya bağlamında. Orada 2016’da anlaşma imzalandı; kapsamlı barış anlaşması dediğimiz tür bir anlaşma (comprehensive peace agreement), mağdurlarla ilgili nasıl bir süreç yürütüleceğinden FARC’ın nasıl silahsızlanacağına, silah bırakanların ne olacağından onlara hangi siyasi garantiler verildiğine, sosyoekonomik reformlardan o bölgenin kalkınma projelerine kokain üretimi konusuna kadar çatışmanın ekonomik, siyasi, hukuki, sosyal tüm boyutlarını ele alan düzenlemeler planlanıyor. Uygulaması devam eden bu süreçte yan anlaşmalar dediğimiz küçük anlaşmalar da hâlâ yapılıyor.

 

Son raporda ilginç olan şey şu, 2023 ve 2024’te hem devletler arasında hem de bir devlet içinde hiçbir kapsamlı barış anlaşması görmüyoruz. 2024’te imzalanan 43 anlaşma çok sınırlı nitelikte anlaşmalar… Kolombiya örneğindeki gibi çok çetrefilli, uzun yıllardır devam eden toplumsal siyasal çatışmaların çözümüne yönelik bir anlaşma yok son iki yılda. Bu önemli bir trend.

 

Neden? Bunun bir sebebi var mı?

 

Çatışma veri tabanlarına baktığımızda görüyoruz ki 90'lı yıllardan sonra iç savaşlar zirve yapıyor. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Soğuk Savaş döneminde buzdolabına kaldırılmış bir sürü konu çatışmaya dönüyor, sınırlar değişiyor vs. Yugoslavya benzeri çok fazla çatışma patlak veriyor. Bunların bir kısmı devletler arası, bir kısmı devlet içi çatışmalar. Sonra bunlar bir düşüş eğilimine girmişti 2000’lerden itibaren. Son 3-4 yılda tekrar bir tırmanma görüyoruz rakamlarda.  

 

Ancak son yıllarda iç savaşların biraz biçim değiştirdiğini görüyoruz. İç savaş olarak başlıyor ama iç savaş olarak kalmıyor, uluslararasılaşıyor. Buna uluslararasılaşan ya da bölgeselleşen iç savaş/iç çatışma, İngilizcede internationalized civil conflict deniyor. Mesela Suriye, Yemen, Libya bunun örnekleri… 

 

Suriye'de aslında her şey sivillerin barışçıl protestolarıyla başladı, sonra rejim çok şiddetli bir tepki verdi, silahlı boyuta geçti. Rejim ve muhalefet arasında bir iç çatışmayken önce bölgesel daha sonra global aktörler devreye girdi. Bu bir iç çatışma, iç savaş olarak kalmadı, büyüdü büyüdü ve uluslararasılaştı. 

 

Son yıllarda bu tür çatışmalarda ciddi bir artış görüyoruz. Ve bu, 1945'den bu yana ilk defa görülen yeni bir eğilim. 

 

1945’ten bu yana ilk kez gördüğümüz bir diğer değişik eğilim de şu, yinelenen çatışma sayısı tarihsel olarak rekor düzeyde. Yani bir sorun çözülemeyip çözülemeyip tekrar tekrar tırmanıyor, alevleniyor. 

 

Siz aynı zamanda Akdeniz Kadın Arabulucular Ağı Türkiye Grubu üyesisiniz, daha önce Avrupa Arabuluculuk Ağı’nda yönetimdeydiniz. BM’de, AGİT’te, Dünya Bankası’nda çeşitli görevleriniz oldu. Kadın arabulucular daha başarılı diyebilir miyiz? Kadınlar arabuluculuğa erkeklerden daha yatkın mı? 

 

Daha başarılı demek için bir kere arabulucuların ciddi bir kısmının kadın olması lazım ki karşılaştırıp görebilelim ama maalesef üst düzey müzakerelerde ya da barış süreçlerinde çok az arabulucu kadın. Kadın arabulucular çatışma bölgelerinde daha çok yerel düzeydeki ihtilafların çözümünde aktif. Mesela Yemen’de yerel düzeyde ufak ateşkes anlaşmaları yapmayı başardılar. Keza Irak’ta, Nijerya’da, Güney Sudan’da ve başka yerlerde yerel ihtilafların çözümünde etkililer çünkü gündelik hayatın çok içindeler ve karşılaşılan sorunları daha iyi biliyorlar. Fakat üst düzey müzakerelere gelindiğinde bu kadınlar ‘uzman’ değil denerek genelde müzakere sürecinin dışında bırakılıyor. Yemen’de böyle oldu mesela. Halbuki kimse o masadaki erkeklere bunlar uzman mı gerçekten diye sormuyor. Yine de son yıllarda yoğun çabalar sonucunda üst düzey müzakerelerde kadın arabulucu sayısında ve hatta müzakereci sayısında biraz da olsa artış var. 

 

Çatışmaların kurbanlarının yarısı kadın, onlar hiç dinleniyor mu? Barış süreçlerinde kadınlar etkin mi, ne kadar etkinler? Ayrıca etkin olmaları bir fark yaratıyor mu? 

 

Bu sorunun üzerine birkaç saat konuşabiliriz aslında. Şöyle anlatayım. 

Barış anlaşmalarında oturup bir konuyu müzakere edip bir anlaşma imzalamak aslında işin daha kolay tarafı… Daha zor olan kısmı, toplumsal rızayı yaratmak, insanların sürece inanmasını ve güvenmesini sağlamak. 

 

Özellikle köklü değişim içeren kapsamlı barış anlaşmalarında, o çatışmanın çıkış nedenlerini ortadan kaldırmaya çalıştığın zaman o çatışmadan yıllarca nemalanan hatta belli imtiyazlara alışmış olan bazı kesimler bundan vazgeçmek istemiyor, uygulamayı durdurmaya veya bozmaya çalışıyorlar. Bu çok gördüğümüz bir olgu. 

 

Anlaşmaların yüzde 40’tan fazlası neden başarısız oluyor sorusuna kafa yoran bir sürü insan var. Bunun birçok nedeni var. Sürecin başarılı gitmesi için en önemli şartlardan biri, bunun iyi bir fikir olduğunu kamuoyunun benimsemesi yani sürecin meşru görülmesi, bu yöntemin daha iyi bir sonuç vereceğine kamuoyunu ikna etmek… Bu zor bir şey. 

 

Mesela bir hükümet 40 sene birilerine “bunlar terörist, bunlar çok kötüdür, biz bunları bitireceğiz, hepsini temizleyeceğiz” dedikten sonra bir anda “Biz bunlarla bir oturalım konuşalım, belki başka bir şekilde çözebiliriz” deyince normal olarak insanların aklına “Hani bunlarla konuşulmazdı? Bu kadar insan boşuna mı öldü bunca yıldır?” soruları geliyor. Bu sorular şu anda Türkiye'de de soruluyor. Diyalog yolunu benimseyince geçiş döneminde bu tür sorular her yerde çıkıyor. 

 

Kamuoyunun ikna edilememesi süreçlerde başarısızlığı getiren nedenlerden biri. 

Mesela Sri Lanka bu anlamda güzel ya da kötü bir örnek. Sri Lanka'da kaç defa denenmiş bir barış süreci var. Her defasında başarısız oluyor. Çünkü çok ciddi bir toplumsal muhalefet var. Budist milliyetçilerden kaynaklı sürece ciddi bir muhalefet var. Bir çok protesto düzenlendi veve bunu bir türlü aşamadılar. 

 

Kolombiya’dan da şu anda başarılı bir örnek diye bahsediyoruz ama 2016 yılında anlaşma referanduma götürüldü ve reddedildi hatırlarsanız ve süreç krize girdi aslında. Ondan sonra ancak referandum dışında başka bir yol bulup anlaşma parlamentoda onaylanabildi. 

 

Peki, toplumsal rıza nasıl üretilir? Toplumun bu süreci sahiplenmesi, desteklemesi nasıl sağlanabilir?

 

Toplumsal kesimlerin çeşitli kaygılarını, seslerini, endişelerini sürece dahil etmek, çatışmaların mağdurlarını dinlemek, ihtiyaçlarını belirlemek önemli… Mağdurları da homojen bir grup olarak görmemeliyiz. Mesela çatışma kadınları nasıl etkiledi, kadın mağdurların farklı ihtiyaçları neler, başka mağdur gruplarının ya da kesimlerin ihtiyaçlar neler? Bütün bunların üzerine düşünülmesi, planlamalar yapılması gerekiyor.

 

Ben de bu toplumsal rızayı üretmek için nasıl bir süreç tasarlamak gerektiği üzerine çalışıyorum uzun zamandır, 45 barış sürecini detaylıca inceledik bir araştırma projemizde ve barış sürecinde çeşitli toplumsal kesimlerin ihtiyaçları, istekleri sürece nasıl dahil edilmiş diye baktık. Ve sonuçta 6-7 farklı model kullanıldığını tespit ettik.

 

Ne tür sonuçlar elde ettiniz?

 

2012 yılında yayınlanan bir araştırmaya göre bu süreçlere sivil toplum ve geniş yelpazede siyasi partiler katıldığı zaman kalıcı barışın kalıcı olma ihtimali %60-63 oranında artıyor. Benzer araştırmalar, kadınların da katıldığı süreçlerde kalıcı barışın yine ihtimalinin arttığını gösteriyor. 

 

Sadece kadınlar da değil mesela sivil toplumun, gençlerin, bazı yerlerde iş dünyasından ekonomik aktörlerin katılımı, bazı yerlerde çeşitli farklı dinî aktörlerin katılımı veya ilgili herhangi bir grubun katılımı önemli olabiliyor ve meşruiyeti sağlıyor…

Toplumsal rızayı genişletebilirsek, başarısızlık oranını azaltmış oluyoruz. Bu sonuçlar yayınlanmıştı ama literatürde, ama bu katılım nasıl yapılır, sağlanır kısmında çok ciddi bir açık vardı. Bizim Thania Paffenholz ile olan araştırmamız bu önemli boşluğu doldurduğu için oldukça meşhur oldu sonra. Dolayısıyla Türkiye’de bir önceki çözüm sürecinde yapılmamış olan, ama bu süreçte şu anda yapılmaya çalışılan kapsayıcı bir komisyon kurulması önemli. Bizim araştırmamızda bulduğumuz modellerden bir tanesi de kapsayıcı komisyonlardı. Yine ben önceki süreçte denenen akil insanlar heyetini de çok olumlu bir kapsayıcılık adımı olarak görmüştüm, bizim konsültasyon olarak adlandırdığımız modele yakındı o ama süreç tasarımında bence etkili olmasını engelleyen yanlışlıklar vardı. 

 

Bugün de bir komisyon kuruluyor ama buraya sadece belirli insanlar atanmıyor, kapsayıcı bir şekilde kuruluyor. Mecliste kurulan komisyon da böyle, bütün siyasi partilerden temsilciler oraya gönderiliyor. Bu oldukça önemli.  

 

Dünyada başarıya ulaşmış kapsayıcı komisyon örnekleri var mı?

 

Mesela Liberya benim incelediğim çok başarılı örneklerden bir tanesi. Liberya iki büyük iç savaş geçirmiş, yıllarca iç savaş yaşamış bir küçük Batı Afrika ülkesi. 2003 yılında anlaşma yapılıyor ve o günden beri de başarılı bir şekilde uygulanıyor, bir daha da çatışma yaşanmamış. Bu bizim kalıcı barış tanımımıza uyan bir örnek. Orada kadınların ve sivil toplumun oynadığı çok çok önemli bir rol var. 

 

İrlanda'da Dublin Üniversitesi'nden bir grupla yaptığımız bir çalışmada, bir arkadaşımız barış süreçlerinde kullanılan komisyonlar üzerine bir veri seti oluşturdu. Tespit ettiği 580 komisyon var. O çalışmada kalıcı barışa en fazla katkıda bulunan modelin kapsayıcı komisyon olduğunu bulduk. Bunun bir nedeni komisyonlar toplumun farklı kesimlerini birbirine etkili şekilde bağlıyor yani karar alıcılar ile halk arasında bir köprü olabiliyor. Yine siyasi maliyeti yüksek olan konularda siyasi sorumluluk tek bir aktör üstünde kalmayıp paylaşılıyor bu da zor kararların alınmasını siyaseten kolaylaştırıyor. 

 

Liberya’daki barış sürecinde kadınlar nasıl çok önemli bir rol oynadılar?

 

Kadınlar sürecin farklı aşamalarında ve farklı şekillerde sürece dahil oluyorlar. Mesela kadınların bir araya gelip oluşturduğu bir toplumsal hareket var.  Ve bu kadın hareketi ısrarla bir müzakere yapılması için, tarafların anlaşması için taraflara baskı yapıyor. Hatta öyle ki görüşmeler yapılırken, görüşmelerin yapıldığı yerin önünde insan zinciri oluşturup “Biz evlatlarımızın ölmesinden yorulduk. Anlaşma yapmadan bu binadan çıkamazsınız” diyorlar içeridekilere. 

 

Yine Liberya’da, aynı zamanda müzakere sürecinde içeride kadın gruplarının gözlemcileri var. İçerideki o kadın gözlemciler bu dışarıdaki hareketle sürekli irtibat halindeler. Dolayısıyla içeride müzakerelerde nelerin konuşulduğunu biliyorlar ve dışarıdakilere aktarıyorlar ve sürekli stratejilerini koordine ediyorlar. Bu, çok nadir örneklerden biridir. Ben Afganistan müzakerelerinde çalıştım USIP’de olduğum dönemde mesela, Afgan kadınlar çalıştı ama bunu yapamadı, farklı nedenlerden dolayı. 

2003'te imzalanan kapsayıcı anlaşma ile Liberya’da birçok farklı komisyon kuruluyor. Bu komisyonların hepsinde kadın ve sivil toplum üyesi olması zorunlu, bunu da anlaşmaya yazıyorlar. Bunlar, toplumun değişik kesimlerini temsil eden uzmanların olduğu, çatışmanın taraflarının saygı duyduğu veya kabul ettiği tarafsız ve bağımsız kişilerden oluşan komisyonlar. O yüzden de oradaki komisyonlar hem kapsayıcı hem bizim “bağımsız komisyon” dediğimiz türe giriyor. Yani sadece siyasi atamaların olduğu bir komisyon değil, siyasetten bağımsız hareket edebilen içinde siyasilerin sivillerle birlikte olduğu bir komisyon. 

 

En başta müzakere yönünde baskı yaparken sürece dahil olan kadınların katılımı daha sonra komisyonlarda, geçiş hükümetinde de sürüyor. Bu, çok ümit verici, başarılı bir örnek.

 

Türkiye’deki komisyonda da komisyona katılan her partiden kadın vekiller var. Komisyonun kadın üyelerinden neler bekleyebiliriz? 

 

Komisyonda, eve dönüş olacak mı, af çıkacak mı, silah bırakanların sosyal ve toplumsal entegrasyonu, ekonomik entegrasyonu nasıl sağlanacak vb. konuların ele alınacağını tahmin ediyoruz. İleriki günlerde daha net göreceğiz. Biliyoruz ki çatışma kadınları ve erkekleri farklı etkiliyor. Silah yakma töreninde PKK grubunda kadınlar da olduğunu gördük. PKK’nın zaten birçok kadın üyesi var. Mesela silah bırakıp dönecek kadınların erkeklerden daha farklı ihtiyaçları olabilir. Sürecin birçok kadın mağduru da var. Sadece kadın değil, genç, yaşlı ya da farklı grupların sesleri duyulmalı. Kadınlar gibi farklı kesimlerin farklı ihtiyaçları olabileceği, bunların nasıl ayrıştığı, onlara yönelik nelerin farklı yapılabileceği, bunların düşünülmesi konuşulması gerekiyor.

Barış süreçlerinde üretilen çözümlerin bunları göz önünde bulundurarak geliştirilmesi gerekiyor.

 

Türkiye'de yaşanan sürecin başarılı olması için sence elzem olan ne? Çok dikkat edilmesi, yapılması ve yapılmaması gereken şeyler neler?

 

En elzem olan şey, bence bu sürecin bir hukuki güvencesinin olması ve hukuki altyapısının hazırlanması. Gerekli yasaların çıkarılmadığı veya bu tür bir güvencenin olmadığı böyle bir süreç, ben bilmiyorum.

İkincisi, sürecin siyasi bir kutuplaşmanın ötesine geçirilebilmesi. Maalesef Kolombiya'da referandumda başarısız olmasının bir nedeni buydu. 

Görünen o ki, bu Türkiye'de biraz başarılmış durumda bu, kamuoyu araştırmalarına göre toplumun sürece desteği yüzde 60’ların üzerinde. Bu çok sevindirici bir şey. Bir önceki süreçte bunu görmedik. CHP kendisine yönelik tüm operasyonlara, davalara rağmen yapılan komisyona gidiyor. Bu çok olumlu. İnşallah bu şekilde devam eder.

 

Peki, eksik olan ne?

 

Bunun bir toplumsal barışma sürecine evrilmesi gerekiyor. Yani PKK silah bıraktı, diyelim terhis ve af yasası da çıktı, bu insanlar evlerine geri döndüler, yasal güvenceler oldu bitti, bu kadar. Ben bunun yeterli olmayacağını düşünüyorum. Çünkü halktaki hem Türk hem Kürt beklentiler daha farklı. Ama o beklentilerin iyi yönetilmesi, iyi yanıtlanması, bunun için farklı katılım modellerinin, kapsayıcı süreçlerin tasarlanması gerekiyor. Toplumsal kesimlerin sürece biraz daha katılması gerekiyor ki rıza genişleyebilsin. Meclisteki komisyon olumlu bir adım ama yeterli değil. Kadınlar, gençler, mağdurlar vs. de olmalı. 

Komisyon kurulup başarısız olan yerler de var. Mesela Burundi bunun bir örneği.

 

Orada komisyona rağmen neden başarısız olunmuş?

 

Çünkü komisyon kurulmuş ama komisyonun çalışmasına siyasiler, siyasi elit izin vermemiş. O komisyonun karar alma sürecinin nasıl işleyeceği, karar alma kurallarının ne olacağı, komisyona kişilerin nasıl seçildiği, komisyondaki önerilerin ne yapılacağı, uygulanıp uygulanmayacağı komisyonun kurulmuş olmasından daha önemli faktörler. 

Diğer Yazılar

Soru ve mesajlarınızı e-posta yoluyla bize iletebilirsiniz.

E-Posta Adresi:
info@sessizolmaz.org
Bizi Takip Edin

©2025 Tüm hakları saklıdır.