ARAMA
Röportajlar
07.03.2022

Theodora sen gerçekte kimdin? Tarihyazımından günümüze Bizanslı kadın temsilleri:...

Kasım 2021’den beri Pera Müzesi’nde devam eden iki sergi, Bizans tarihçiliğini ve kültürel çalışmalarını geniş kitlelerle buluşturdu,...

Elif Demirtiken

Theodora mozaiği, San Vitale Kilisesi (MS 547). (Fotoğraf: Gil Pivert.)

Röportaj

07.03.2022
15 DAKİKA OKUMA SÜRESİ

Elif Demirtiken

Boğaziçi ve Koç Üniversiteleri’ndeki eğitiminin ardından İstanbul’dan ayrılan Elif, CEU’daki Ortaçağ Çalışmaları-Tarih Bölümü ortak yüksek lisans programını bitirdikten sonra Edinburgh Üniversitesi’nde Bizans Tarihi...
Devamını Oku...

Etiketler

PAYLAŞ

Kasım 2021’den beri Pera Müzesi’nde devam eden iki sergi, Bizans tarihçiliğini ve kültürel çalışmalarını geniş kitlelerle buluşturdu, büyük ilgi gördü. “İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans” sergisinin akademik danışmanlarından Elif Demirtiken ile söyleştik, hem sergi için İmparatoriçe Theodora’nın popüler kültür romanlarındaki temsillerine odaklanan çalışmasını hem de Bizans tarihçiliğinin güncel durumunu konuştuk. Demirtiken’e göre Bizans’ın “gündelik hayatın içinde, manastır arşivlerinde, patrikhane kayıtlarında, mektuplarda, azizlerin hayatlarında hayatlarını parça parça gördüğümüz sıradan kadınlar da var. Onlar, haklarında daha fazla araştırma yürütülmesini hak ediyor.” Okuyacağınız söyleşinin, Bizans tarihçiliğini bir araştırma alanı olarak tanımak isteyen genç akademisyen adaylarına da yol gösterici olacağını umuyoruz.

Geçtiğimiz Kasım ayından beri Pera Müzesi’nde devam eden “İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans” sergisinin akademik danışmanlarından birisin. Yağmurlu ve soğuk kış günlerinde müze önünde uzun kuyruklar oluştuğunu biliyorum. Daha önce İstanbul’da Bizans tarihi hakkında başka kültür sanat etkinlikleri düzenlendi. Ama bu sergiyi diğer işlerden ayıran en çarpıcı özelliklerden biri, Y ve Z kuşağının aşina olduğu popüler kültür öğeleriyle [sinema, müzik, bilgisayar oyunları, edebiyat, moda] ortaçağ İstanbul’unu bir arada işleyen bir sergi olması. Senin izlenimlerinden yola çıkarsak, sergi nasıl karşılandı?

Pera Müzesi pandemi devam ederken aynı anda üç sergi açarak zaten cesurca bir adım atmışken, bu sergilerden ikisinin Bizans’la ilgili olması memnuniyet verici bir olay. Sergilerden biri (İstanbul’dan Bizans’a: Yeniden Keşfin Yolları 1800-1955), modernizmin Bizans mirasını tekrar keşfedişine odaklanıyor. Benim katkıda bulunduğum sergi ise (İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans) postmodernizmin de ötesine geçtiğimiz günümüzde Bizans tahayyüllerini ziyaretçiye sunuyor. Çeşitli iletişim kanallarından sergiyi duyup gelen bağımsız ziyaretçilerin yanında, sergiye ilgi gösteren pek çok ortaokul ve lise gezisi ve 20 üniversite öğrenci grubu oldu. Katılım bir hayli yoğundu yani. Oyun alanlarını inceleyen mimarlık öğrencileri, Bizans materyal kültüründen etkilenerek tasarlanmış elbiseleri görmek isteyen moda okulları da sergiye ilgi gösterdi. Ben pandemide kimseyi müzelere yönlendirmek istememiştim ancak arkadaşlarımın sergiyi takvimlerine alarak ziyaret ettiklerini ya da hafta sonu aktivitesi olarak çocuklarını sergiye götürdüklerini ve çok eğlendiklerini duydukça serginin başarısının İstanbul kültür hayatında hissedildiğine de bire bir tanıklık etmiş oldum.

Buraya parantez açıp bilimsel yöntemle veri toplamadan, kendi tecrübelerime dayanarak yaptığım bir gözlemi paylaşmak istiyorum: Genç yetişkin kitle, yani Y ve Z kuşağı İstanbul’dan Bizans’a sergisindeki materyal ve etiket yoğunluğunu yorucu bulup ilgilerini çabuk kaybederken, İstanbul’da Bu Ne Bizantizm!’de daha aşina oldukları türden materyalle karşılaştıklarında başka türlü tepki verdiler. Onların zaten alışık olduğu görseller daha önce benzeri yapılmamış bir sergide daha geniş kitlelerle buluştu.

Max Bedulenko, Streets of Constantinople (2020). (“İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans”, Pera Müzesi'nin ve sanatçının izniyle.)
Max Bedulenko, Streets of Constantinople (2020). (“İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans”, Pera Müzesi'nin ve sanatçının izniyle.)

Evet, her iki sergi de hem içerik hem de küratoryal yaklaşım açısından pek çok özgün unsur barındırıyor. Hazırlık aşaması uzun sürmüş olmalı.

Aslında bu sergiler, 2021 yazında İstanbul’da yapılması kararlaştırılan 24. Uluslararası Bizans Çalışmaları Kongresi’ne eşlik etmek maksadıyla planlanmıştı. Tüm dünyadaki Bizans akademisyenlerini her beş senede bir, Bizans tarihinde anlamlı yer teşkil eden bir şehirde bir araya toplayan kongre, ne yazık ki siyasi engeller yüzünden ülkemizden çekildi ve kongrenin 2022 yazında Venedik-Padua’da düzenlenmesi yönünde yeni bir karar alındı. Yapılabilseydi, 1955’da İstanbul’da düzenlenen kongre (o sene kongre 15-21 Eylül tarihlerinde gerçekleşiyor, hemen öncesinde 6-7 Eylül olaylarının da yaşandığını hatırlamak gerek) tekrar şehre geri dönmüş olacaktı.

Bu açıdan bakarsak sergiler elde olmayan sebeplerle asıl amaçlarından uzaklaşmış sayılabilir. Ama su yolunu bulur misali bu iki sergi de Türk ziyaretçinin önünde çok başarılı oldu. Tabii insan kongre İstanbul’da olsaydı ne kadar daha fazla ziyaretçiye ulaşırdı diye düşünmeden edemiyor. Umarım “İstanbul’da Bu Ne Bizantizm!”in küratörü, sergi ekibi ve Pera Müzesi sergiyi yurtdışına taşımayı planlarlar. Bizans denince bugün akla ne geliyor, sanatçılar, üreticiler Bizans’ı hangi alanlara taşıyorlar ve nasıl bir açıdan Bizans’a bakıyorlar gibi soruları ele alan bir sergi Türkiye’de daha önce hiç yapılmadı, yurtdışında da bir örneğini duymadım.

Bizans'ın Aşk İlahesi İmparatoriçe Teodora, Murat Sertoğlu (1948). (“İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans”, Pera Müzesi'nin izniyle.)
Bizans'ın Aşk İlahesi İmparatoriçe Teodora, Murat Sertoğlu (1948). (“İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans”, Pera Müzesi'nin izniyle.)

Sergi kataloğunda “Yirmi Birinci Yüzyılda Bizanslı Kadın Tahayyülleri: Theodora, Hâlâ ve Yeniden” başlıklı bir yazın var. Theodora’nın, 20. ve 21. yüzyıl popüler tarih romanlarında farklı rollerde yer alan önemli bir figür olduğunu öğreniyoruz. Ve de romandan romana farklı kadınlık hallerinin temsili olarak hikâyeleştirilen bir imparatoriçe. Kimi yazar için vamp bir kadın ve ihtiraslı bir hükümdar, başkaları için ise iyi kalpli bir saray sakini. Bizans İmparatorluğu denilince güç ve iktidar için birbirinin arkasından türlü entrikalar çeviren imparatorlar, İstanbul adalarına sürgüne gönderilip gözleri dağlanan prensler gelir daha çok. Theodora farklı biri. Theodora hakkında böyle bir araştırma yürütme fikri nasıl ortaya çıktı?

Serginin küratörü Emir Alışık bana sergiye katkı sunma çağrısı yaparken, Bizans kadını tahayyülleriyle ilgili bir yazı yazmamı istemişti. Çünkü akademik araştırmalarım esasen toplumsal tarih çalışmaları ve Bizans manastırlarıyla ilgili kaynaklara odaklanıyor. Bunu yaparken de Bizans gibi bir geç ortaçağ devletinde, kadın-erkek ayrımının temel olarak çok keskin olduğu noktalarda, kadının kamusal alandaki görünürlüğünü inceliyorum. O dönemde yaşayan kadınların güç ilişkilerinde kendi statülerini yükseltme stratejileri hem mekânsal hem de siyasal açıdan erkeklerinkinden çok farklı. Dolayısıyla, benim araştırmalarım Bizans Çalışmaları’yla Kadın Çalışmaları’nın kesiştiği bir yerde konumlanıyor. Ancak, Bizanslı kadınların Bizans Devleti ve Medeniyeti içindeki yeri ve toplumsal düzende nasıl hareket ettikleriyle ilgili araştırma yapmak, Bizanslı kadın denince günümüzde ne akla geliyor sorusuna cevap aramaktan çok farklı.

Sergi için öncelikle akademik kimliğimi bir kenara bırakıp bir süre gerek kafelerde, gerek hal hatır sormak için edilen telefon konuşmalarında, gerekse de meyhanelerde karşılaştığım herkese Bizanslı kadın denince akıllarına gelen ilk şeyi sordum. 2000 yılında sinemalarda gösterilen Kahpe Bizans, 2021’de benim gayri resmî araştırmamdaki Theodora ile birleşti ve benim sorumun cevabı Kahpe Theodora oldu çıktı. Gerçekten de ezici çoğunluk şakayla karışık da olsa sorumu bu şekilde cevapladı.

Bir sonraki adım olarak tarihi kurgu romanlarının yarattığı kadın imgesine odaklandım. Aslında sinema, müzik, tiyatro, bilgisayar oyunları, grafiti, çizgi roman gibi başka bir temsil türü de seçebilirdim. Hatta en güzeli, hepsine bakmak olurdu ancak sanırım o başlı başına kapsamlı bir kitap projesi olurdu. Buket Kitapçı Bayri ve Dilek Yeliz Maktal Canko’nun çeşitli makaleleri haricinde, bu alanda yapılmış çalışma sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. İpek Yürekli’nin 2020’de Manifold’da yayımlanan yazısını da sayabiliriz. Yine de yapılacak çok iş var, benim araştırmam ileride göl olacak çöle bırakılan ek bir damla ve bahsettiğim araştırmacıların çalışmalarına bir katkı olarak düşünülebilir.

Katalog yazısındaki makalede detaylı incelediğim romanlarda bir kez daha gördüm ki Bizanslı kadınlarla ilgili yazılmış eserlerin çoğunluğu Theodora hakkında yazılmış hikâyeler. Bizans’ta anılmaya değer başka imparatoriçe mi yok, var. Bu imparatoriçelerin hepsi mi imparatora eşlik etmekten öte bir iz bırakmamışlar, tabii ki de hayır. Özellikle Theodora’nın bu şanını borçlu olduğu, benim tabirimle magazinsel değeri olan olaylarla dolu başka imparatoriçe hayatlarını da örnek verebiliriz. Mesela, imparatorluğu önce kardeşi II. Theodosios, sonra eşi Markianos ile yöneten ve bakire imparatoriçe olarak bilinen Poulcheria; imparatorluk otoritesini elinde tutabilmek için oğlunun gözlerine mil çektiren Eirini; yine yönetimin en üstünde kalabilmek için üç kez evlenen ve dördüncü imparator seçimini de evlatlığı yönünde kullanan Zoe; imparatorun kararlarına sürekli karşı çıkan ve kendi Batılı değerlerini Bizans’a uygulamaya çalışan Eirene/Montferratlı Yolanda.

Peki, Theodora sana göre istisnai bir tarihsel figür mü yoksa aynı anda pek çok farklı kadını temsil eden biri mi?

Theodora’yı bu kadar özel kılan şey 6. yüzyıl tarihçisi Prokopios’un onun hakkında yazdığı sansasyonel (ve çoğu zaman yanıltıcı bilgilerle dolu) yazılarının elimizde olması. Prokopios’un anlatısı sadece popüler kültüre değil, ders kitaplarına da işlemiş durumda. Hippodromdaki bir ayı oynatıcısının dansöz kızı olarak dünyaya gelse de hayatın daha sonraki döneminde imparatorluğun başına geçer. Kocası Ioustinianos, 532 Nika İsyanı sırasında tahtı terk etmeyi düşündüğünde Theodora, ölmek pahasına da olsa imparatorluğu bırakmayacağını şu sözlerle ifade eder: “Erguvan renginden daha güzel bir kefen düşünemiyorum.” Söylenceye göre o sırada üzerinde imparatorluk nişanını temsil eden erguvan renkli bir pelerin vardır. Prokopios’un ne amaçla Theodora’nın ağzına bu sözleri yakıştırdığını bilmeyen okuyucu, 6. yüzyılda yaşamış bir tarihçinin güçlü bir kadın imgesi çizdiğini düşünebilir. Burda daha ziyade Prokopios, Theodora’ya eril özellikler (cesaret, devlet yönetimi, askeri strateji kararları) atfederken ters köşede Ioustinianos’u efemine (korkak, savaşmaktan kaçan, ülkeyi yönetemeyen) bir karakter olarak resmeder. Peki, Theodora gerçekten de böyle bir cümle kurmuş mudur? Bunu bilmemizin imkânı yok. Tıpkı, Prokopios’un Theodora’nın babasının ayı oynatıcısı olup olmadığını bilemememiz gibi. Büyük ihtimalle Geç Antik tarihçisi, bunu derken Theodora’nın ailesinin nasıl bir alt sınıfa ait olduklarını anlatmaya çalışıyordu. Bugün için elitist, devletin ve ordunun üst kademesiyle yakın ilişkileri olan biri bir kadını aşağılamak için surdibi güzeli ya da dilencinin kızı gibi ifadeler kullanıyorsa, belki bu basmakalıp ifadeleri Prokopios’un kurduğu ve popüler kültür romanlarına sızmış klişe toplumsal ikiliklerle birlikte düşünebiliriz.

Prokopios’un söylendiğini iddia ettiği cümlelerin hiçbirinin doğruluğunu teyit edemesek de Theodora’nın Ioustinianos’un hayatında büyük bir değişim yarattığında hemfikir olabiliriz.  Günümüzde hâlâ kabul gören Roma Hukuku külliyatına şekil vermesiyle ünlü imparator, bir oyuncu-dansçı ile bir senatörün evlenmesini yasaklayan yasayı değiştirtmiş (Codex Iustinianus 5.4.23) ve ardından Theodora’yla evlenmiştir. Dönemin en kanlı isyanı Nika’da yakıldıktan sonra bugünkü mimarisiyle tekrar yapılan Ayasofya’da Theodora’nın isminin baş harfleri de sütunların başlıklarına işlenmiştir. Küçük Ayasofya olarak bilinen Aziz Sergios ve Bakkhos kilisesinde ise nefin kubbesini çerçeveleyen kornişte binanın banisi olarak Ioustinianos ile birlikte Theodora’nın ismi mermere oyulmuştur. Sadece Prokopios değil, Amidalı (Diyarbakır) Yuhannan’ın (sonrasında Efes piskoposu olduğu için Efesli İannis olarak da anılır) yazılarında da tövbe etmiş hayat kadınlarının sığınması için bir manastır yaptırdığı yazar.

Ama Prokopios’un metinleri o kadar etkileyici ki, sanırım eserlerini okuduktan sonra onunla, onun yazdıklarıyla, onun yazdığı Theodora’yla ilgili kafa yormaya başlayan birçok romancı için, 6. yüzyılda kadın olmak nasıl bir şeydi, yahut diğer 6. yüzyıl kaynaklarında kadınlar nasıl resmedilmiş diye bakmaya sıra gelemiyor. Yanlış anlaşılmasın, hiçbir yazara “Neden o insanla ilgili yazıyorsun da bu insanla ilgili yazmıyorsun?” demek değil amacım. Sadece, Bizans tarihi Theodora’nın renkli hayatından çok daha renkli olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu yüzden de benim için, son zamanlarda Theodora’dan başka Bizanslı kadınların da tarihi kurgu romanlarında ana karakter olarak karşımıza çıkması umut verici.

Bizans kadını denince ilk anda akla gelmese de imparatorluk hanedanlarına mensup olmayan ama sosyal statüsü yüksek başka aristokratik kadınlardan da bahsedebiliriz: 6. yüzyılda Ioustinanos Ayasofya’yı yaptırırken, Anicia Iouliana Ayasofya ile yarışacak güzellikteki Agios Polyektos Kilisesi’ni yaptırmıştı. 12. yüzyıl Bizans’ının tek kadın tarihçisi Anna Komnene’nin eseri günümüzde hâlâ ilgiyle okunmaktadır. 13. Yüzyıldan İlhanlı hükümdarı Abaka’yla evlendirilen ve kocasının ölümünden sonra Konstantinopolis’e dönen Maria-Melane’ni hatırlamak da anlamlı. Maria-Melane, Chora Manastırı’nda (Kariye Müzesi kısa süre önce camiye çevrildiği için artık görmemiz zor olan) bir bani portresi bulunan ve hâlâ kilise olarak hizmet veren Panagiotissa Manastırı’nı (Kanlı Kilise) yaptırmıştı. Kardeşi İmparator II. Andronikos tarafından Moğollar’la bir evlilik anlaşması yapması için Nikaia’ya (İznik) gönderilmiş ve bu sırada Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Bey’le de görüşmüştür. Yine 13-14. yüzyılda Bizans entelektüelleri arasında sayılan Theodora Rauolaina, önce imparator tarafından başkentten sürülmüş, daha sonra Konstantinopolis’e geri dönünce Agios Andreas Manastırı’nı (Sümbül Efendi Camii) yaptırmıştı. Dediğim gibi, bunlar kaynaklarda karşımıza çıkan ve genel okur için magazinsel değer taşıyan olaylar yaşadığını bildiğimiz kadınlar. Oysa bir de gündelik hayatın içinde, manastır arşivlerinde, patrikhane kayıtlarında, mektuplarda, azizlerin hayatlarında hayatlarını parça parça gördüğümüz sıradan kadınlar var. Onlar, haklarında daha fazla araştırma yürütülmesini hak ediyor.

Steilos Faitakis, Enlightenment (2018). (“İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans”, Pera Müzesi'nin ve sanatçının izniyle.)
Steilos Faitakis, Enlightenment (2018). (“İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans”, Pera Müzesi'nin ve sanatçının izniyle.)

Günümüz Türkiye toprakları, Bizans İmparatorluğu tarihi için pek çok önemli kültürel mirası içermesine rağmen Türkiye çıkışlı Bizantolog sayısı çok fazla değil. Bu durum geçtiğimiz dönemde değişmeye başladı mı? Sen nasıl Bizantolog olmaya karar verdin? Ya da nasıl kendini bu alanda çalışırken buldun?

Ünlü bir Bizans profesörü bana “Türkiye’de Bizans arkeoloğu olmak istersen kolay, onlardan çok var. Sanat tarihçisi de keza öyle. Ama Türkiye’den pek tarihçi çıkmıyor, tarih çalışacaksan çok çalışmalısın” minvalinde bir tavsiyede bulunmuştu. Burada ima ettiği şey Türkler Yunanca öğrenemiyor fikriydi, ya da daha kaba bir dille ifade edecek olursak demek istediği şuydu: “Yunanca öğrenemeyen ama Bizans’la ilgisi olan bir Türk, arkeolog ya da sanat tarihçisi olur.” Bu algıyı kırmak, tarih çalışmanın zor, ama arkeolojik araştırma yöntemlerini öğrenmenin ya da sanat tarihi teorilerine hâkim olmanın kolay olduğu fikrini değiştirmek açısından da önemli. Bizans’la ilgili yapacak çok iş var; bize disiplinlerarası çalışmalar gerek, disiplinlerin birbirini küçümsemesi değil.

Öte yandan, Türkiye’de hiçbir Bizans Tarihi Ana Bilim dalı yok, olmadığı için de lisans seviyesinden Bizans tarihçisi yetiştirmek, bir Osmanlı tarihçisi yetiştirmekten çok daha zor. Yapısal engeller var yani. Akademisyenler üniversitelerde tek tük kadro alabiliyor, sadece Boğaziçi ve Koç’ta Bizans Araştırmaları Merkezi var, yani bir grup Bizantologun bir araya gelip araştırma yapmasını kolaylaştıracak bir sistem sadece iki İstanbul üniversitesinde var.

Bizans sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde de kenarda köşede kalmış, kendine hâlâ yer edinmeye çalışan bir disiplin. Bizans Yunancası çoğu eğitim kurumunda öğretilmiyor mesela. Genel olarak, Antik Yunanca öğrenmekle başlıyorsunuz; ardından şanslıysanız Modern Yunanca öğrenmenin kendi araştırmalarınız özelinde işe yarayacağını fark edip bu yönde çalışmalara başlıyorsunuz. Yazlarınızı da benim danışmanım Niels Gaul’un Boğaziçi’nde, Anthony Hirst’ün Trinity College Dublin’de, Stratis Papaioannou ve Alexis Alexakis’in Atina’da Gennadios Kütüphanesi’nde verdiği ya da direktörlüğünü Nikos Kontogiannis’in yaptığı Harvard bağlantılı araştırma merkezi Dumbarton Oaks’ta düzenlenen yoğunlaştırılmış Bizans Yunancası kurslarına katılarak değerlendiriyorsunuz.

Yunanca öğrenmeye Koç Üniversitesi’nde, yani görece geç başladım ve önceleri lisanstan beri kaynak dil öğrenen arkadaşlarımın arasında bunun bir dezavantaj olduğunu düşünürdüm. Ben aslen Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği mezunuyum. Sonra Bizans iktisat tarihçisi ve Aynaroz/Athos arşivlerinin editörlerinden Kostis Smyrlis’in hukuk, genç yaşında kaybettiğimiz Bizans sanat tarihçisi Anna Christidou’nın işletme, son yıllarda neredeyse Bizans Çalışmaları’nda süperstar olarak adlandırılabilecek Anthony Kaldellis’in mühendislik diploması olduğunu öğrendikten sonra fikrim değişti. Zor değil demek doğru olmaz ama bütün emeklerin sonunda tarihi bir medeniyetin düşünce sisteminin içine girebilmek gerçekten güzel bir duygu.   

Pek çok farklı akademik kurumda kadınların eski dönemlere göre daha fazla yer almaya başladıklarını biliyoruz. Parçası olduğun akademik araştırma ağlarında kadın uzmanların görünürlüğü ve alandaki özgül ağırlığı hakkında neler söylemek istersin? Bu durum Bizans tarihçiliği için de geçerli mi?

Tabii kadınların genel olarak kamusal hayatın her noktasında elli sene öncesine nazaran çok daha görünür olduğu kesin, bu durum Bizans Çalışmaları’na da yansımış durumda. Tekrar bir anekdot üzerinden gideyim: Birkaç yıl önce aniden kaybettiğimiz Profesör Ruth Macrides, bir sohbet arasında doktorasını bitirirken o zamanın ünlü (ve erkek) bir profesörünün kendisine “Hadi güldük eğlendik, sen de doktoranı bitirdin artık evine (Yunanistan’a) dön ve evlen.” minvalinde bir şeyler söylediğini anlatmıştı. Şu an etrafımda kimse bana ya da dönemdaşım kadın akademisyenlere çalışmalarının bir hobiden ibaret olduğunu ima etmiyor.

Dünyada ünlü kadın Bizans tarihçileri arasında Oxford’dan Elizabeth Jeffreys ve Averil Cameron, Viyana’da Claudia Rapp ve Lioba Theis, İsveç’ten Ingela Nilsson, Madrid’den Inmaculada Perez Martin, Berkeley’de Maria Mauroudi, Atina’da Tonia Kiossopoulou, Selanik’ten Sofia Kotzabassi, Dumbarton Oaks’un eski direktörlerinden Margaret Mullet ve Alice Mary Talbot ve Paris’ten Marie-Hélène Blanchet gibi isimlerin yanı sıra Ekaterini Mitsiou, Foteini Spingou, Reyhan Durmaz gibi daha genç akademisyenleri sayabiliriz. Bu kadın araştırmacılar arasına Türkiye’den Melek Delilbaşı, Nevra Necipoğlu, Aslıhan Akışık, Esra Erdoğan, Siren Çelik’i ekleyebiliriz.

Ama bir de akademide kalmayı reddedip özel sektöre, eğitim kurumlarının yönetici kadrolarına ya da devlet kurumlarına geçiş yapan pek çok tarih mezunu var. (Yüksek lisans ve/veya doktora dereceli insanlardan bahsediyoruz burada.) Çalışabileceğimiz üniversite, tarih bölümü, Bizans Ana Bilim Dalı sayısına dair verileri, her sene tüm dünyada Bizans Tarihi mezunu istatistikleriyle karşılaştırınca ortaya karamsar bir tablo çıkıyor. Bu konuda bazı üniversiteler, doktora mezunlarına akademi dışında iş alanlarını tanıtmak için adımlar atmaya başladı bile. Kimileri bununla dalga geçse de şu an içinde bulunulan sistemde her doktora mezunu öğretim üyesi olamayacağına göre böyle çalışmalara ihtiyaç var.

Kariyerimin henüz başında olduğum için cam tavan fenomeni ne kadar yaygın ve güçlü hissediliyor net bir cevap veremiyorum. Yukarıda saydığım isimlerin birçoğu araştırma merkezleri ya da bölüm başkanlığı yapan isimler. Genel olarak etkilerini hissetmeye başladığımız ekonomik krizin eğitim sektöründe özellikle beşerî ve sosyal bilimler bölümlerini vurmasıyla birlikte, akademinin dev bir insan kaynakları iş başvurusu pazarı haline gelmiş durumda. Bu tablonun içine bir de üniversitelerin para kazanmak amacıyla yüksek eğitim kontenjanlarını sürdürülemez şekilde artırma hedefleri eklenince, önümüzdeki senelerde akademik iş pozisyonları (Hunger Games ya da Squid Game kadar vahşet dolu olmasa da) kısıtlı kaynakları elde etmeye çalışan çok fazla aşırı-kalifiye eleman arasında kapışmalara sahne olacak gibi görünüyor.

Bu noktada sanırım digital humanities alanında disiplinlerarası özgün projeler üretebilen araştırmacılar fark yaratacaklar. Yapay zeka, sanal gerçeklik, metaverse gibi kavramların tarih çalışmalarında ve eğitimdeki yerini önce fark edenler bir adım önde olacak. Tabii en azından akademik iş dünyasında torpil, insan kayırmacılık, sosyal ağ ya da sermaye sahibi olmaktan daha çok liyakatin bir anlam ifade ettiğini varsayarsak.

Söyleşi: Mehmet Ekinci

Görsel 1: Theodora mozaiği, San Vitale Kilisesi (MS 547). (Fotoğraf: Gil Pivert.)

Görsel 2: Max Bedulenko, Streets of Constantinople (2020). (“İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans” sergisinden, Pera Müzesi'nin ve sanatçının izniyle.)

Görsel 3: Bizans'ın Aşk İlahesi İmparatoriçe Teodora, Büyük Tarihi Roman, Yazan Murat Sertoğlu (1948). (“İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans” sergisinden, Pera Müzesi'nin izniyle.)

Görsel 4: Steilos Faitakis, Enlightenment (2018). (“İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm! Popüler Kültürde Bizans” sergisinden, Pera Müzesi'nin ve sanatçının izniyle.)

Diğer Yazılar

Soru ve mesajlarınızı e-posta yoluyla bize iletebilirsiniz.

E-Posta Adresi:
info@sessizolmaz.org
Bizi Takip Edin

©2025 Tüm hakları saklıdır.