Günümüzde babaların çocuklarının sadece ekonomik sorumluluğunu aldıkları bir konumdan epey uzaklaştığını söyleyebiliriz. Ancak çocukların iç dünyalarının ve duygusal zorluklarının sorumluluğunu ne oranda taşıyorlar acaba? Babaların, çocuklarının psikoterapi süreçlerine dair tutumları ve dirençleri bu konumdan epey uzakta olduklarını gösteriyor.
Günümüz Türkiye’sinde babaların (kendi babalarından gördükleri gibi) sadece evin geçimini sağlayıp anne ve çocukları uzaktan koruyup kollayan figürler olmaktan uzaklaşmaya başladıklarını söyleyebiliriz.1 Bu uzaklaşmayla beraber babalar, çocukları ile ilişkilerindeki kurucu duyguların korku ve saygı olmasından da imtina ediyorlar. Çocuğun duygusal dünyasına daha fazla yaklaşan, çocuğu ile oyuncul bir ilişki kurmaktan keyif alan bir babalık deneyimi giderek yaygınlaşıyor. Buna rağmen güncel çalışmaların da ortaya koyduğu gibi özel alan ve aile içindeki iş bölümü konusunda kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlikler devam ediyor.2 Babalar, çocuk bakımı konusunda giderek artan etkinliklerine rağmen, çocuğun bir nevi en “özel alanı” diyebileceğimiz iç dünyasının gerektirdiği sorumlulukları paylaşmak konusunda yeterince gönüllü olmayabiliyorlar.3 Çocuk bakımının diğer alanları kadar görünür olmayan duygusal yükler çoğunlukla annelerin omzunda taşınıyor. Bu bağlamda kadınların daha fazla “mesai” yaptığı alanlardan bir tanesi de iç dünyayı, duygulanımları, bakım alma ve bakım verme gibi deneyimleri odağına alan psikoterapi odaları oluyor.4
Psikoterapi odasındaki ebeveynler
Baba ve oğul. (Fotoğraf: Georgie Pauwels)
Babalarla gerektiği kadar işbirliği yapamamak, çocuk ve ergenlerle çalışan psikoterapistlerin yaşadığı temel mesleki zorlukların başında geliyor. Babaların, çocuklarının ruhsal destek süreçlerine, annelere oranla daha fazla direnç gösterdiği pek çok bilimsel çalışmada görülüyor.5 Çocuk odaklı bir ruhsal zorlukla karşılaşıldığında, gereken yardım alma sürecinin genellikle anneler tarafından yürütüldüğüne şahit oluyoruz. Beklentileri karşılayabilecek bir uzman arayışını sağlamak, telefonla ilk randevu için temas kurmak, çocukları kliniğe getirmek… Bütün bu ilk adımları çoğunlukla annelerin atması, klinisyenler için alışıldık bir tablo. Telefon ile temas kurup ilk görüşme için randevu isteyen annenin: “Babanın katılmasına gerek var mı?” sorusunu hiç de az duymuyoruz. Farklı yönelimlerle çalışan psikoterapistlerle yapılan pek çok çalışma babaların anneler kadar terapi sürecine dahil olmadığını gösteriyor.6 Örneğin bir araştırma, babaların çocuklarıyla olan seansların %6.3’üne katılırken, annelerin %38.1’ine katıldığı ortaya koyuyor.7 Aslında çocukların ruhsal gelişimine anneler kadar babaların da katkı sunması gerektiği hakkında giderek artan bir farkındalık söz konusu. Ayrıca ücretli çalışma hayatında anneler de -belki bazı hanelerde eş oranda olmasa da- babalar kadar aktif rol oynuyor. Yine de çocukların duygusal zorluklarına alan açan sürece babaların anneler kadar dahil olmayışının, toplumsal cinsiyet rolleri ve anne babalığın sosyokültürel dinamiklerini tekrar düşünmek açısından önemli bir etmen olabileceğini düşünüyorum.8
Türkiye’deki pek çok psikoterapist de yukarıda sunduğum bulgulara paralel bir şekilde, babaların anneler kadar işbirliğine açık olmadığını rahatlıkla gözlemleyebilir. Babalar, ruhsal destek sürecini başlatmak ve yürütmek konusunda geri planda dururlar ve kimi zaman sürece hiç dahil olmaz, kimi zaman da bilinçli şekilde (ya da bilinçdışının bir ifadesi olarak) terapi sürecini sabote etme eğilimleri taşırlar. “Benim çocuğumun psikologluk hiçbir şeyi yok,” “Bunlar hep öğretmenin suçu,” “Annesinin kuruntusu bunlar”... Kaldı ki, bir şekilde dirençlerini kırıp psikolojik destek sürecine dahil olan bazı babalar ise çocukların gelişimsel hikâyesini anneler kadar zihinlerinde taşımazlar, taşısalar bile terapist ile birlikte gerçekleştirilen, çocuklarını ilgilendiren düşünme sürecine kayıtsız kalırlar ve süreç ile duygusal bağlarını koparırlar.
Bak gelin, şimdi bu oldu mu ya, ne işin var senin psikologlarla?
Babaların, çocuklarının psikolojik yükünü taşımak konusundaki dirençlerine, yardım alma dinamiklerini sabote eden tutumlarına Türkiye’de yakın dönemde yayınlanan dizilerden aşinayız. Kültürümüzün toplumsal dinamiklerini, aile yapılanmalarını ve duygusal reflekslerini yansıtan popüler kültür yapımları, kimi zaman toplumun birer aynası işlevi görüyor. Örneğin, kaleme aldığı senaryolarda psikoterapi gören (ya da göremeyen) karakterleri ön plana çıkaran Berkun Oya’nın “Masum”u ve “Bir Başkadır”ı, bu bağlamda bize somut ve çarpıcı örnekler sunuyor. “Masum”da Haluk Bilginer’in canlandırdığı ailenin şefkatli ve ilgili görünen babasının (dizideki ismiyle Cevdet Komiser’in), başından geçen travmatik olaylar sonucu ruhsal dengesini kaybetmiş oğlunun psikolojik destek ihtiyacına ne kadar kapalı ve hatta düşmancıl olduğunu izlemiştik. Cevdet Komiser, gelininin oğlunu bir ruh sağlığı uzmanı ile görüştürme çabalarını “Bak gelin, şimdi bu oldu mu ya, ne işin var senin psikologlarla..” cümleleriyle kestirip atmıştı. Benzer bir duruşu “Bir Başkadır” dizisinde duygusal ıstırapları ciddi semptomlara dönüşmüş eşinin, oğlunun ve kız kardeşinin ruhsal destek ihtiyaçlarını ısrarla reddeden Fatih Artmanlı’nın canlandırdığı Yasin karakterinde de görüyoruz.
Duygusal zorluklar ve bu zorlukları taşıma emeği konusundaki rol dağılımı temsillerine bakarken, merceği psikoterapi odalarına kadar daraltmamıza gerek bile yok. Gündüzleri ekran başında olması beklenen kadınlar için hazırlanan“kadın programları” her gün pek çok uzman konuk ediyor. Kadının özel alanın tüm yükünü taşımasını, eşinin ve çocuklarının beklentilerini daha iyi bir şekilde karşılamasını salık vermeleri için ağırlanan bu uzmanlardan biri mutlaka bir psikolog oluyor. Çocukların türlü duygusal zorluklarının sözde tek muhatabının (ve bu zorlukların hem kaynağının hem de çözümünün) kadınlar olduğu kanısı, sorunlarını ekrandaki uzmana açan anneler ve onlara sözde çözüm önerileri sunan uzmanların diyalogları vasıtasıyla daha da perçinleniyor.
Özel alan simülasyonlarından kaçanlar, kaçmayanlar
Candido Portinari, Carnival. (Fotoğraf: Pedro Ribeiro Simões)
Psikoterapi odaları, bireylerin ve ailelerin çoğu zaman bilinçleri dahilinde katıldıkları ancak onların bilinçdışı yapılanmalarından güçlü bir şekilde etkilenen alanlardır. İçinde yaşadığımız çeşitli toplumsal ve kültürel sistemlerin içinde yer bulamayan ve başa çıkılamayan duygular, bireyleri terapi odasına getirdiği andan itibaren, bilinçdışında şekillenen içsel ve ilişkisel dinamikler terapi odasına ve terapiste yansıtılmaya başlar. Diğer ekollere göre bu yansıtmalarla daha yoğun çalışan psikoanalitik yönelimli terapistler, ailelerin ve çocukların içselleştirilmiş kadınlık-erkeklik modellerini (ve bu modellerin annelik babalık deneyimlerine yansımalarını) kimi zaman danışanlarının sözel ifadelerinde, kimi zaman ise onların bilinçli ve bilinçdışı düzeyde ortaya çıkan “eylemlerinde” keşfedebilirler.
Kamusal alan içinde bir nevi “özel alan” (evsel, içsel) simülasyonu yaratan psikoterapi odalarına günümüz babalarının dahil olmakta zorlanması, “özel alan”ın anneye ait olduğu ön kabulüyle ilgili bilinçdışı sosyokültürel dinamiklerle ilişkilendirilebilir. Bazı babalar, psikolojik destek sürecinin ücretini karşılama, aynı mekânda buluşma, ortak saat oluşturma gibi otorite pozisyonlarını perçinleyen ve sürecin bir nevi “kamusal alan”a dair işlevlerini mümkün kılan genel çerçeveye destek verirler. (Örneğin, ücreti karşılamaya razı olmak ve çocuğu seanslara getirip götürmek gibi lojistik şartları sağlamak.) Ancak, çocuğun duyguları ve içsel süreçleri adına kendilerinden hiçbir şey beklenmemesi ve de çocuğun duygusal yükünü üstlenmeme konularında uzmanlarla anlaşmalar yaptıklarını deneyimleriz. Bu anlaşmalar bazen açık bazen üstü kapalı yapılır. Ya da bazı babaların (üstelik çocuğun fiziksel, akademik, toplumsal duygusal alanlarına destek vermek konusunda anne ile daha eşit bir ilişki kuran babalardır bunlar) çocuğu zorlayan duygulara temas edip onun anne babası tarafından anlaşılma ve kucaklanma ihtiyacını karşılamakta zorlandıklarına ve bu işlevleri çoğunlukla anneye teslim ettiklerine şahit oluruz. “Siz bunları en iyisi annesiyle konuşun, o bu konuları daha iyi bilir,” “Büyürken annesi hep yanındaydı, gelişimsel dönemleri daha iyi hatırlar, ben baba olmaya alışamamıştım daha,” gibi söylemler seans odalarında sıklıkla yankılanır.
Annenin, çocuğun her türlü bakımı konusunda birincil rolde oluşunu, babanın ise kısmi katılımını bazı aile terapistleri “çocuğu ile iç içe geçmiş anne-kayıtsız baba” dinamiği olarak tanımlar.9 Buna benzer yaklaşımlar psikopatoloji literatüründe de zaman zaman kendini gösterir. Örneğin otizm tanısının kavramsallaşma sürecinde, 1940’lardan 1970’lere kadar otizmin, katılığı ve duygusal donukluğu sebebiyle çocuğunun duygusal ihtiyaçlarına yanıt veremeyen anneler yüzünden ortaya çıktığını savunan “buzdolabı anneler” teorisi hakimdir.10 Nancy Chodorow, bu asimetrik yapılanmanın kaynağının kadının anneliğini merkeze alan bir ebeveynlik sisteminden kaynaklandığını söyler.11
Koruyucu bariyerler
Güncel psikanalitik teorisyenler, babalık ve annelik rollerini onların biyolojik cinsiyetlerinden sıyırır ve bakım verenlerin üstlenmesi gereken bir işlevler bütünü olarak çerçevelerler.12 Buna göre, temel bakım, kapsanma, anlaşılma, şefkat, beslenme gibi çocuğun birincil ihtiyaçlarını karşılayan işlevler, annesel işlev olarak tanımlanırken; dış dünyayı temsil eden, ebeveynin annesel rolleri ve arzularının dışında kalan ihtiyaçları hatırlatan dolayısıyla çocuğu annesel deneyimden ayrışmasını sağlayan işlevlere de babasal işlev denir. Bu bağlamda Chodorow, doğum gibi biyolojik bir işlevin ötesinde “bakım, yetiştirme, sorumluluk üstlenme ve beslenme” gibi annesel işlevlerin pekâlâ babalar tarafından da sağlanabileceğini savunur. “Benzer şekilde babalar erkek ebeveynlerdir. Baba eğer çocuğun birincil bakıcı figürü ise, o erkeğin anneliğinden söz edilebilir.” Fakat Chodorow’a göre bir anne yüksek statüde çalışan bir kadın olsa bile, sistem kadının çocuğa babalık etmesine direnç gösterir.
Aslında her ebeveynin bu iki rolü üstlenebilmesi, ebeveynleri birer özne olarak özgürleştireceği gibi, çocuğun annesel işlevi sadece bir kadına tabi olarak deneyimlememesi, annelik fenomenin var olan sosyokültürel yapı ve cinsiyet hiyerarşisinde yeniden üretilip durmasını da sınırlandıracaktır.13 Psikoterapi odaları derinlere sızan bilinçdışı kadınlık-erkeklik/annelik-babalık beklentilerinin güçlü bir şekilde yansıtıldığı ama yansıtılan bu deneyimlerin üzerinde çalışılmasına imkân sağlaması açısından oldukça kritik bir öneme sahip. Bu açıdan psikoterapistlerin toplumsal cinsiyet rollerine dair farkındalık geliştirmesi ve danışanlarının içselleştirdiği dişillik ve erillik rollerini derinlemesine çalışması, mevcut sosyokültürel düzenin anneliğe ve babalığa dair her an yeniden ürettiği cinsiyetçi tutumların önünde konumlanmış koruyucu bariyerler oluşturabilir.
1Okman Fişek, Güler. “Baba İşlevleri, Babalık Halleri: Araştırmaların Düşündürdükleri”. Baba İşlevi. Der., M.Işıl Ertüzün. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012: 93-104.
2Yavorsky, Jill E., Claire M. Kamp Dush, and Sarah J. Schoppe‐Sullivan. "The production of inequality: The gender division of labor across the transition to parenthood." Journal of Marriage and Family 77, no. 3 (2015): 662-679.
3Babalık mefhumunun insanın evrimleşme sürecine has bir şekilde geliştiğini, bir çocuğun hayatındaki ikinci bir ebeveyn konumunda değil, farklı işlevlerle hayati bir rol taşıyan konumda bulunduğunu ortaya koyan çalışmalar bulunmakta. Örneğin: Machin, Anne., The Marvel of the Human Dad, Aeon, 17 Ocak 2019: https://aeon.co/essays/the-devotion-of-the-human-dad-separates-us-from-other-apes Buna karşın içinde bulunduğumuz kültürel sistem farklı işlevlerle eşit konumda bulunan ebeveynliğin dinamiklerini epey değiştirmiş durumda. Kadınlık ve erkeklik rollerinin yakın tarihinde -modernleşme ile birlikte- kadına ve erkeğe atfedilen roller daha da keskinleşmiş, “doğası gereği” bahanesiyle kadın kamusal alandan uzaklaştırılıp özel alana sıkıştırılmış ve ev işleri, çocuk bakımı ve beslenme gibi sorumlulukların temsilcisi olarak konumlandırılmıştır. Erkek ise evin geçimini sağlayan, çocukların ve kadının koruyucusu olarak kodlanmıştır.
4Sanayi Devrimi ve Dünya Savaşları ile birlikte işgücü taleplerinin değişmesi, kadınların çalışma hayatında kendilerine giderek yer bulmaya başlamasına yol açmıştır. O zamana kadar özel alan-kamusal alan paylaşımının daha net sınırlarla ayrıştığı bir toplumsal düzenin içinde yaşayan kadınların kendilerine kamusal alanda yer bulmaya başlaması, erkeklerin özel alandaki iş gücü paylaşımına katkı sağlamalarına dair beklentileri artırmıştır. Böylelikle babalık kavramı da dönüşmeye başlamış; baba, ailenin ve çocuğun ekonomik ihtiyaçlarını taşıyan bir figür olmaktan çıkıp, çocuğun bakımı konusunda daha fazla sorumluluk taşımaya ve onun toplumsal-duygusal hayatında daha etkili olmaya başlamıştır. (Duhig, Amy M., Vicky Phares, and Robyn W. Birkeland. "Involvement of fathers in therapy: A survey of clinicians." Professional Psychology: Research and Practice 33, no. 4 (2002): 389.) Fakat yine de kadının özel alana dair sorumluluklarının asli görevleri olduğuna dair inanç, toplumun hiçbir kesiminde köklü olarak değişmemiştir. (Yoshida, Akiko. "Dads who do diapers: Factors affecting care of young children by fathers." Journal of Family Issues 33, no. 4 (2012): 451-477.) Bilakis, annelerden çocuk odaklı, her konuda yetkin, iyi para kazanan kadınlar olmaları ve tüm bunları yaparken de duygusal olarak her şeyi bir sünger gibi soğurup çatışma çıkarmaktan imtina etmeleri beklenmeye başlamıştır. (Akbaş, Özge Z., Cansu Dursun. "Koronavirus (Covid-19) Pandemisi Sürecinde Özel Alanına Kamusal Alanı Sığdıran Çalışan Anneler" Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi 7, no. 5 (2020): 78-94.)
5Haine-Schlagel, Rachel, and Natalia Escobar Walsh. "A review of parent participation engagement in child and family mental health treatment." Clinical child and family psychology review 18, no. 2 (2015): 133-150.
6Mychailyszyn, Matthew P., Rinad S. Beidas, Courtney L. Benjamin, Julie M. Edmunds, Jennifer L. Podell, Jeremy S. Cohen, and Philip C. Kendall. "Assessing and treating child anxiety in schools." Psychology in the Schools 48, no. 3 (2011): 223-232.
7Hays, Pamela A. "Addressing the complexities of culture and gender in counseling." Journal of Counseling & Development 74, no. 4 (1996): 332-338.
8Bu bağlamda, anne babaların çocukların mahrem duygularının keşfi ve çocuklarının ruhsal durumlarının getirdiği yükü onlarla birlikte taşıma sorumluluğuna dair gösterdikleri direnç anlarında, yaşadıkları zorlanmalarda, yapılan türlü sabotajlarda, yukarıda bahsettiğim tarihsel süreçler sonucunda içselleştirilmiş sosyokültürel cinsiyet rollerinin izleri pekâlâ sürülebilir.
9Minuchin, Salvador, and Michael P. Nichols. Family healing: Strategies for hope and understanding. Simon and Schuster, 1998.
10http://www.autism-help.org/points-refrigerator-mothers.htm
11Chodorow, Nancy. The reproduction of mothering. University of California press, 1978.
12Davies, Nick, and Gill Eagle. "Conceptualizing the paternal function: Maleness, masculinity, or thirdness?" Contemporary Psychoanalysis 49, no. 4 (2013): 559-585.
13Chodorow, Nancy. The reproduction of mothering. University of California press, 1978.
Görsel 1: Sigmund Freud'un sofası. (Fotoğraf: Robert Huffstutter)
Görsel 2: Baba ve oğul. (Fotoğraf: Georgie Pauwels)
Görsel 3: Candido Portinari, Carnival. (Fotoğraf: Pedro Ribeiro Simões)