Toplumun en dinamik kesimlerinden biri olan genç kadınlar, barış süreçlerinde hem yaş hem cinsiyet temelli eşitsizliklerle karşı karşıya kalıyor. Berfin Coşkun bu yazısında, genç kadınların barışa katılımının yalnızca temsiliyet değil, barışın niteliği açısından da bir zorunluluk olduğunu savunuyor.
Barış süreçleri çoğunlukla devlet temsilcileri, silahlı aktörler ve diplomatik elitler arasında şekilleniyor. Oysa dünya, tarihin en kalabalık genç nüfusuna ev sahipliği yapıyor: 1.8 milyar genç. Bugün dünya nüfusunun yarısı 30 yaşın altında ve bu oranın 2030’a geldiğimizde %57’ye çıkması bekleniyor. İşin ironik tarafı ise, artan bu genç nüfusuna rağmen, dünya siyaseti yeni aktör üretmekte zorlanıyor; siyasi sahne giderek daha fazla yaş almış erkekler tarafından domine ediliyor. Gençlerin hem politik süreçlerde hem de barış müzakerelerinde bu kadar görünmez olması, yalnızca temsil eksikliği değil; aynı zamanda yapısal bir adaletsizlik meselesi.
“Gençlik kimdir” sorusuna yanıtlar çeşitleniyor. Örneğin, TÜİK’e göre 15–24, Afrika Birliği’ne göre 18–35, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2250 sayılı kararına göre ise 18–29 yaş arası gençlik olarak tanımlanıyor. Bu tanımların çeşitliliği, gençliğin sınırlarının ne kadar esnek olduğunu gösteriyor. Ancak bu esneklik, gençlerin homojen bir grup olarak ele alınmasını engellemiyor. “Gençler” kategorisi çoğu zaman tek bir özellikmiş gibi kabul ediliyor; yaş, sınıf, coğrafya, etnisite ve cinsiyet gibi farklılıklar göz ardı ediliyor. Bu yaklaşım, gençliği anlamaktan ziyade, yönetilebilir bir istatistik haline getirmeyi amaçlıyor.
Barış inşasında gençlere dair yerleşmiş bir başka sorun ise onları ya “fail” ya da “mağdur” ikiliği içinde konumlandıran dar bakış açıları. Gençler sıklıkla çatışmayı körükleyen risk unsurları ya da çatışmanın edilgen kurbanları olarak temsil ediliyor. Oysa 2015 yılında kabul edilen 2250 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı, dünya genelinde silahlı çatışmalara katılan gençlerin oranı genç nüfusunun %1’inin altında. Fakat, gençlerin barışa dönüştürücü katkı sunabileceğini ilk kez uluslararası metin olan 2250 sayılı karar dahi zaman zaman söz konusu ikiliğin dışına çıkmakta zorlanıyor.
Benzer bir çarpıtılmış temsil kadınlar için de geçerli. Özellikle çatışma dönemlerinde kadınlar çoğunlukla toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin mağduru olarak görülüyor: zorla yerinden edilme, cinsel şiddet, sağlık ve eğitime erişim hakkının gaspı gibi sorunlar özellikle genç kadınlar açısından çok daha yakıcı hale geliyor. Bu mağduriyet çerçevesinin elbette gerçekliğe dayanan güçlü bir yanı var. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’nin 2024 verilerine göre, 2023 yılında dünya genelinde 170’ten fazla çatışma yaşandı. Bu sayı, yalnızca on yıl öncesine kıyasla %50’nin üzerinde bir artış anlamına geliyor. Artan çatışmalar, beraberinde artan şiddet, kırılganlık ve hak ihlalleri demek.
Ancak kadınlara yönelik dışlayıcı yapı yalnızca mağduriyet üzerinden şekillenmiyor. Siyasallaşma çabalarının önüne geçen politik şiddet biçimleri, kadınların sesini kısmayı, görünürlüğünü azaltmayı ve onları karar alma mekanizmalarından uzak tutmayı amaçlıyor. Bu durum, yalnızca kadınların değil, toplumun tümünün demokratik kapasitesini tehdit ediyor. BM Kadın Birimi’nin de belirttiği gibi, siyasal şiddet çoğu zaman terörle mücadele yasalarının kötüye kullanılmasıyla meşrulaştırılıyor ve kadınların örgütlenebileceği kamusal alan daraltılıyor.
Tüm bu yapısal eşitsizliklerin kesişiminde yer alan genç kadınlar ise hem yaşlarından hem de toplumsal cinsiyetlerinden dolayı eşzamanlı ayrımcılığa maruz kalıyor. “Tecrübesiz” ve “duygusal” olarak kodlanan genç kadınlar, yalnızca temsil edilmemekle kalmıyor; aynı zamanda siyasi sürecin öznesi olma hakkından da sistematik biçimde dışlanıyorlar.
Barış Süreçlerinde Neden Yer Almıyoruz?
UN Women'ın 2023 verilerine göre, dünya genelinde barış görüşmecilerinin sadece %9,6’sı, arabulucuların %13,7’si ve anlaşma imzacılarının %26,6’sı kadın. Kolombiya hariç tutulduğunda bu oran %1,5’e kadar düşüyor. Genç kadınlara dair veriler ise neredeyse hiç yok.
Peki genç kadınlar istatistiklerde dahi neden yer almıyor? Bu durumun birçok nedeni varken, üç başlık altında ana sebepleri toparlayabiliriz:
- Yapısal dışlanma: Müzakere masaları genelde devletler, silahlı gruplar ve diplomatik temsilciler arasında kuruluyor. Gençler genelde, genç kadınlar ise neredeyse tamamen bu yapının dışında bırakılıyor.
- Büyük S’li siyaset: Genç kadınlar, gençliklerinden dolayı “tecrübesiz”; kadınlıkların dolayı ise “duygusal” olarak yaftalanabiliyor. Bu da siyasi aktörlerin onları süreçlere dahil etme konusundaki isteksizliğini pekiştiriyor.
- Toplumsal normlar: Kadınların bazı siyasi meselelerde konuşmasının hâlâ garipsendiği; gençliğin ise “sabırsız” bulunduğu toplumsal yapı, genç kadınları iki katmanlı bir dışlanmaya mahkûm ediyor.
Nepal örneği bu dışlanmanın sonuçlarını gösteren bir vaka. 1996–2006 yılları arasında süren iç savaşın ardından 2015'te yürürlüğe giren Ulusal Eylem Planı ve devlet kurumları ile güvenlik güçlerinde en az %30 kadın istihdamı kotası, ilk bakışta ilerici bir adım gibi görünse de tahmin edilenden daha az kadını dahil etti ve daha çok kentli, orta yaşlı ve elit kadınların sürece katılmasını sağladı. Genç ve kırsal kadınların bu yapıda yeri yoktu. Bu da bize şu soruyu tekrar hatırlatıyor: “Kadın temsiliyeti” dediğimizde aslında hangi kadından söz ediyoruz? Gerçek temsiliyet, kimin temsil edildiği sorusuyla birlikte düşünülmeli.
Yerel Direnişler: Umut Veren Modeller
Bu yıl, kadınların barış süreçlerine aktif ve anlamlı katılımının önemini vurgulayan 1325 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının 25. yılı. 2000 yılında kabul edilen bu karar, “Kadınlar, Barış ve Güvenlik” (WPS) ajandasını ilk kez uluslararası düzeyde tanımlamış ve kadınların barış süreçlerine katılımının hem etik hem de yapısal bir gereklilik olduğunu ortaya koymuştu. Aradan geçen çeyrek asırda, kadınların karar alma mekanizmalarındaki yeri hâlâ sınırlı olsa da, özellikle tabandan yükselen kadın hareketleri bu konuda büyük bir ilerleme sağladı.
Bu ilerlemenin en çarpıcı örneklerini genç kadınların öncülüğünde gelişen yerel barış inisiyatiflerinde görmek mümkün. Resmi süreçlerin dışında kalan, ancak çatışma dinamiklerini gündelik yaşamdan tanıyan kadınlar; erken uyarı sistemleri, savunuculuk ağları ve yerel dayanışma modelleriyle barışın toplumsallaşmasına katkı sunuyor. Yemen ve Sudan örnekleri, bu direniş biçimlerinin sadece sembolik değil, yapısal etkiler yaratabileceğini gösteren güçlü vakalar olarak öne çıkıyor.
Yemen: 2017’de Yasmeen al-Qadhi tarafından kurulan Marib Girls Foundation, kadınların ve gençlerin barışa katılımını güçlendirmeye odaklandı. Kurdukları erken uyarı merkezi, 30'dan fazla barış elçisini bir araya getirerek yerel çatışmaların büyümeden çözülmesini sağladı. Bu örnek, genç kadınların barış yapımında nasıl etkili aktörler olabileceğini gözler önüne seriyor.
Sudan: 2023’te Sudan’daki çatışmaların ortasında kurulan Peace for Sudan Platformu, 49 kadın liderliğindeki örgütü bir araya getirdi. Amaçları netti: barışa kadınların sesiyle şekil vermek. Kadınlar, Hartum ve Darfur gibi kriz bölgelerinde ateşkes, insani koridor ve şiddetin sonlandırılması gibi taleplerle aktif savunuculuk yürüttü. Bu yapı, farklı sınıf, etnisite ve yaş gruplarından kadınları bir araya getirdi ve yerel barışın ne kadar çok sesli olabileceğini gösterdi.Her iki örnek de barışın sadece üst düzey masalarda değil, yerel örgütlenmelerde ve gündelik dayanışmalarda da kurulduğunu gösteriyor. Ama aynı zamanda şunu da gösteriyor: genç kadınların bu yapılarda görünürlüğü hâlâ sınırlı. Temsiliyetin yüzeyde kalmaması için kalıcı yapılar, güvenli alanlar ve fon destekli mekanizmalar gerekiyor.
Türkiye’de Genç Kadınlar Ne Söylüyor?
Türkiye'ye baktığımızda ise; Ekim 2024’ten bu yana, açıkça tanımlanmamış bir barış süreci devam ediyor. Ancak bu süreç büyük ölçüde siyasi elitler arasında yürütülüyor; değil genç kadınlara, toplumsal aktörlere neredeyse hiç alan tanınmıyor. Daha çok sonuca odaklanan ve kapalı bir çerçevede ilerleyen bu süreçte, barışın toplumsallaşması kaygısı göz ardı ediliyor. Halbuki barış yalnızca fiziksel şiddet halinin son bulmasıyla değil; çatışmayı doğuran toplumsal yapının dönüştürülmesiyle mümkün olabilir.
İşte bu noktada sivil toplumdaki genç kadınlar olarak neyi temsil ettiğimiz sorusu kritik hale geliyor. Kürt Çalışmaları Merkezi’nin 2020 yılında yaptığı Kürt Gençler araştırması ile 2023 yılında yaptığı Kürt Kadınlar araştırması, hem gençlerin hem kadınların ama özellikle genç Kürt kadınların barışa dair çok katmanlı taleplerini ortaya koyuyor: ekonomik eşitlik, kadın hakları, anadil hakkı ve siyasal temsil. Bu talepler, genç kadınların sadece bir toplumsal kategori değil; çoklu dışlanmalarla şekillenen bir toplumsal gerçeklik olduğunu gösteriyor.
Kürt kadınlar ve gençler üzerine yapılan saha araştırmaları, bu grupların barış talebinin canlı ama temsil edilme düzeylerinin düşük olduğunu gösteriyor. Genç Kürt kadınlar, Kürt toplumunun geçirdiği toplumsal dönüşümün yüzüyken, siyasi temsilin dışında bırakılıyorlar. Siyaset ise bu dışlanmayı besleyen semboller ve aktörlerle şekilleniyor.
Peki bu denklem nasıl değişebilir? Barış süreçlerinin toplumsallaşması için kadınların, özellikle de genç kadınların sivil toplumda edindikleri birikimlerin siyasi mekanizmalarla buluşması gerekiyor. Barış süreçlerinin tabana yayılması ve kalıcı hale gelmesi için sivil toplum ile siyaset arasında daha dengeli ve yatay ilişkiler kurulmalı. Genç kadınların içinde bulunduğu yerel inisiyatifler ve bilgi üreten örgütlenmeler, sürece içerik kazandıracak temel kaynaklar olarak değerlendirilebilir. Kadın örgütlerinin yalnızca gözlemci değil, eşit ortaklar olarak sürece dahil edilmesi, genç kadınların da yalnızca temsil edilmekle kalmayıp karar alma alanlarına doğrudan katılması, barışın niteliğini dönüştürecektir.
Genç kadınların yer almadığı bir barış süreci, toplumun yaratıcı, dinamik ve dirençli bir kesimini dışarıda bırakır. Oysa barış; yalnızca silahların susması değil, yeni bir toplumsal sözleşmenin kurulmasıdır. Bu sözleşmenin öznesi olmak, genç kadınların hakkı olduğu kadar, barışın da ön koşuludur. Bu nedenle soruyu yeniden sormak gerek: Biz bu masanın neresindeyiz?