ARAMA
Makaleler
14.08.2021

Hangisi
benim yüküm?

Duygusal emek çeşitli çalışma alanlarında çalışanın iş tanımında olmayan duygusal yükleri omuzlaması olarak tarif edilebilir. Akademide...

Yağmur Nuhrat

Burdens (Yükler). (Fotoğraf: Josh James)

Makale

14.08.2021
7 DAKİKA OKUMA SÜRESİ

Yağmur Nuhrat

Yağmur Nuhrat Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Boğaziçi Sosyoloji’de lisans eğitimini bitirdikten sonra yüksek lisans ve doktorasını Brown Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde futbolda...
Devamını Oku...

Etiketler

PAYLAŞ

Duygusal emek çeşitli çalışma alanlarında çalışanın iş tanımında olmayan duygusal yükleri omuzlaması olarak tarif edilebilir. Akademide duygusal emek üzerine düşünmek cinsiyet ve yaş eksenlerindeki eşitsiz dağılımı sorgulamayı çağırıyor. Böylece kişi, sarf ettiği duygusal emeğin sorumluluk ve sömürü yelpazesinde nereye oturduğunu müzakere etmek durumunda kalıyor.

Bir keresinde bir öğrencinin annesinden bir e-posta geldi. Sonra o e-posta tekrar geldi. Ve sonra yine geldi. Hatta bir-iki dakika içinde tam altı kere aynı posta geldi. Mektupta kadın zorlu kanser tedavisini, kocasının kendisini aldattığını ve terk ettiğini, bu durumun ailesi üzerinde yarattığı etkiyi, bizim öğrencinin geçirdiği bir enfeksiyonu, maddi sorunlarını ve iki çocuğunun okul masraflarını anlatmıştı. Benden “bir anne” ve “bir kadın” olarak oğlunun “sınıfı geçmesi” konusunda “yardım” istiyordu.

Ben doktoramı bitirip teslim edeli bir sene dahi olmamıştı; kendi hazırlayıp verdiğim ilk dersimin ilk dönemiydi. Art arda gelen bu mektupları okurken bacağım istemsizce, titrer gibi atmaya başladı. O zaman şöyle tarif etmiştim hissettiklerimi: “Sanki birisi yerden tavana kadar yükselen bir dolabı almış, benim üzerime koymuş ve ‘buyur, bunu sen taşıyacaksın’ demiş.” Oysa yük benim değildi. Fakat o zaman bunu böyle dile getiremedim. Mektupları doğrudan dekana yönlendirdim ve tavsiye istedim. Bana çok destek olan dekan ve dekan yardımcısı bazen böyle şeylerin olabildiğini söylediler. Hele de “genç bir kadın” olunca bu tür mesajların daha sık geldiğini anlattılar; “zaman içinde azalır” dediler. Belki azaldı, belki de ben alıştım. Çünkü yıllar sonra bir öğrenci kapımı çalıp gözyaşları içinde “ben bu dersi geçebilmek için tefeciden borç aldım” dediğinde ona “bu benim yüküm değil, bu senin yükün ve benden bu yükü taşımamı bekleyemezsin” dedim. Acımasızlık mı?

Kadınlığın doğal bir uzantısı değil, bir “iş”

Arlie Hochschild, 2018'de Davos'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nda. (Fotoğraf: Sikarin Thanachaiary)
Arlie Hochschild, 2018'de Davos'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nda. (Fotoğraf: Sikarin Thanachaiary)

Akademisyenlikte sarf ettiğimiz duygusal emek üzerine düşünüyorum bir zamandır. Önce, hangi fikirler ve tarihsel örneklerle birlikte düşündüğümü anlatayım. “Duygusal emek” kavramını ilk defa 1983’te Arlie Hochschild dile getirdi.1 Kavram, işverenin yanında çalışan kişilerin belirli duygularını göstermesini, diğerlerini ise bastırmasını onlara dayatması anlamına geliyor. Buradan hareketle çalışan kişi iş yerinde zaman geçirdikçe kendi duygularına yabancılaşıyor ve bu dinamik bir tür sömürü deneyimine dönüşüyor. Hochschild önerdiği kavramsal çerçeveyi açıklamak için bazı iş kollarını özellikle vurguladı. Örneğin, bir havayolu çalışanı, aynı bir fabrika işçisinin emeğine ve benliğine yabancılaştığı gibi, sürekli gülümsemek ve müşteriyi (“misafiri”) hoş tutmak zorunda olduğu için kendi duygularına yabancılaşıyor ve sömürülüyor. Bu örnekte cinsiyet ve ırk boyutları çok belirgin: 1930’lardan sonra on yıllar boyunca Amerika’da uçak, beyaz kadın “hostes”in “evi” niteliğinde. Emekçi siyah kadının aksine genel toplumsal algıya göre “çalışmayan” bu beyaz kadın, çalışmaya başladığı mekânda da kusursuz bir ev sahipliği yapmakla yükümlü. Nasıl ki banliyödeki evinde misafir ağırlıyorsa, aynı o şekilde uçakta da misafir ağırlamalı, güler yüzlü olmalı, herhangi bir aksilik ya da tereddüt göstermemeli. Tam da bu varsayımlardan ötürü Amerikalı kadın havayolu çalışanlarının 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca devam eden mücadelesi yaptıkları işin kadınlığın doğal bir uzantısı değil, bir “iş” olduğunu kanıtlamaktan geçiyor.2

Hochschild’in başlattığı tartışmadan sonra genişleyen anlamıyla duygusal emek, yaptığımız (ücretli ya da ücretsiz) işin yanında gelen, maddelenmeyen ama beklentiler dahilinde dolayısıyla da görünmez olan emeği ifade ediyor. Burada iki ayrım önemli: Elbette toplumsal ilişkiler duygu müzakereleri ve muhasebeleriyle örülü ve şüphesiz ki çeşitli duygusal ilişkisellik, ayarlama ve yönetim alanları içinde yaşıyoruz. Fakat bu durum havayolu örneğindeki gibi dayatıldığı zaman bir tür sömürü ilişkisinden söz etmeye başlayabiliyoruz. Ek olarak, bu ve benzer duygusal yüklerin toplumdaki eşitsiz dağılımı da beraberinde sömürüyü getiriyor. Eşitsiz dağılımın hatırı sayılır bir ekseni cinsiyet çünkü kadınların “doğal” olarak daha anlayışlı, daha iyi birer dinleyici, arabulucu, uzlaşıcı, empati kurabilen, “duygusal” varlıklar olduğu varsayılıyor.

Akademide gençlik, kadınlık ve müzakere edilen duygusallık

Focused (Odaklanmış). (Fotoğraf: Derek Bruff)
Focused (Odaklanmış). (Fotoğraf: Derek Bruff)

Duygusal emeğin bu çetrefil toplumsallığı ve her gün yeni biçimleriyle ürettiği deneyimler kendi içinde bir araştırma konusu. Akademi özelinde şöyle bir soru olabilir mesela: Türkiye’de, akademinin çeşitli katmanlarında duygusal emek nasıl eşitsiz dağılıyor? Bu dağılım özellikle kıdem, cinsiyet ve yaş kırılmalarında incelenebilir. Otuz yaş altı bir kadın araştırma görevlisinin duygusal emeği 60 yaş üstü bir erkek profesörünkinden nasıl farklı mesela ya da 60 yaş üstü bir kadın profesörün emeği yaşıtı bir erkekten nasıl farklı? Bağlamı da belirginleştirebiliriz: COVID-19’un neden olduğu hastalık, belirsizlik ve güvencesizlik içinde bu yüklerin dağılımı nasıl deneyimleniyor, nasıl hissediliyor? Bu konuları farklı bağlamlarda ele alan çalışmalar var3; ama ben böyle bir araştırma yapmadım. Yapacak olsam yukarıdaki sorulara cevap arardım ve araştırmanın duygusal alt yapısı kendi deneyimlerimin, konuyla ilgili sohbetlerimin bende bıraktığı izler olurdu. Yazıya bunları anlatarak başladım; buradan devam edeyim.

Yukarıda verdiğim örneklerin ikisinin de ana fikri “hocam beni geçir”. Talep bu kadar belirgin ve gerçekdışı olduğunda (şayet sınıfta hakkaniyeti gözetmeye gayret ediyorsak) aslında yanıtlaması görece kolay: “Bu benim yüküm değil ve bunu bana yükleyemezsin.” Böyle durumlar artık benim bacaklarımı titretmiyor. Fakat durum her zaman böyle olmuyor. Bazen gecenin bir yarısı başı sonu belli olmayan bir e-posta düşüyor: “Hocam çok stres oldum şu an.” Çünkü ders seçememiştir ya da son teslim tarihini şaşırmıştır ya da grup projesi için bulduğu malzeme uygun mudur... Bazen dersle ilgisi yoktur; geçme kalma meselesi değildir. Öğrenci hakikaten size güvenmiş ve destek bulmuştur. Açık kapınızdan girer, yanınızdaki koltuğa gömülür, hayallerini ve hayal kırıklıklarını anlatır ya da çevrimiçi geçirdiğimiz bu senelerde bir Zoom toplantısı rica eder ve çaresizlik içerisinde şiddete maruz kalma deneyimlerini sayar.

Hangisi benim yüküm? Hangisi bir onur benim için, bir ayrıcalık ya da sorumluluk, hangi diğeri omuzlamakla yükümlü olmadığım bir külfet? Özellikle COVID-19 bağlamında, her türlü “bahane”nin son derece meşru olma ihtimali son derece yüksekken, hangisi benim yüküm? Hangisini “anlamakla” yükümlüyüm? Niye bana geldi öğrenci? Başkasına gidebilir miydi? Bu gidebileceği başkası kim? Kadın mıdır, erkek midir, kaç yaşındadır? Kendimi korumak mı önceliğim, onu anlamak ya da kollamak mı? “Katı” ve “soğuk” olmak mı yoksa onun duygusuyla kavrulmak mı? “Bu benim yüküm değil” demek acımasızlık mı?

Ben (görece) genç bir kadın olmasaydım belki tüm bu duygusal yüke maruz kaldığımda bunu kadınlığımdan hareketle olası bir sömürü tehlikesi olarak okumazdım. Ama öznelliğimin ayrılmaz parçası olan kadınlık ve değişmekte olsa da bir süredir devam eden gençlik, “niye bana geldi?” sorusuna verdiğim cevabı belirliyor: Çünkü bana gelmek görece kolay. Kendimi benden genç ve kıdem olarak öğrencilere daha yakın bir meslektaşımla kıyasladığım zaman bunu daha da iyi anlıyorum. Çünkü ona gitmek daha da kolay ve o ne bir arkadaş, ne bir terapist ama çokça bu muameleyi görüyor. Peki hangisi onun yükü?

Elbette çözüm, kayıtsızlık ya da anlayışsızlıktan geçmiyor. Ve elbette hoca-öğrenci ilişkisi salt akademik bir alışveriş değil; rehberlik, önderlik ve danışmanlıkla örüldüğü zaman zenginleşiyor. Öte yandan anlayışlı, hoşgörülü, dert dinleyen bir duygu durumunda olma dayatmasını akademide genç kadınların daha çok deneyimlediğini düşünüyorum ve bunun da cinsiyet ve yaş temelli eşitsizliğin önemli bir bileşeni olduğu kanısındayım. Bunu hisseden kadınlar ya o duygu yükünün altında eziliyorlar ve her zaman sahip olmadıkları terapi yetilerini mobilize etmeye çalışırken kendilerine yabancılaşıyorlar ya da tam aksine kendilerini korumak için asık suratlardan örülü delinmez duvarlar inşa ediyorlar. İkisi de olmasa benim bu yazıda tarif ettiğim gibi bir sorgulama ve müzakere içine giriyorlar: Bunun ne kadarı sorumluluk, ne kadarı sömürü? Hangisi benim yüküm?

1Arlie R. Hochschild, The Managed Heart: Commercialization of Human Feeling, Berkeley: University of California Press, 1983.
2Ryan Patrick Murphy, “The Political Economy of Care: Flight Attendant Unions and the Struggle over Airline Deregulation in the 1980s”, Anthropology of Work Review, XXXVIII, 1, 2017, s. 18-27.
3Marcia L. Bellas, “Emotional Labor in Academia: The Case of Professors”, Annals of the American Academy of Political and Social Science, 561, 1999, s. 96-110; Michelle Newcomb, “The Emotional Labor of Academia in the Time of a Pandemic: A Feminist Reflection”, Qualitative Social Work 20(1-2), 2020, s. 639-644; Sharmin Tunguz, “In the Eye of the Beholder: Emotional Labor in Academia Varies with Tenure and Gender”, Studies in Higher Education, 41(1), 2016, s. 3-20.

Görsel 1: Burdens (Yükler). (Fotoğraf: Josh James)

Görsel 2: Arlie Hochschild, 2018'de Davos'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nda. (Fotoğraf: Sikarin Thanachaiary)

Görsel 3: Focused (Odaklanmış). (Fotoğraf: Derek Bruff)

Diğer Yazılar

Soru ve mesajlarınızı e-posta yoluyla bize iletebilirsiniz.

E-Posta Adresi:
info@sessizolmaz.org
Bizi Takip Edin

©2025 Tüm hakları saklıdır.