Türkiye, Sudan’da Beşir sonrası dönemde kaybettiği etkisini yeniden inşa ederken, iç savaşla birlikte yumuşak güçten askeri araçlara uzanan çok katmanlı bir stratejiye yöneldi. Politika analisti Nebahat Yaşar Tanrıverdi yazdı.
Sudan, Ankara için uzun süredir Afrika Boynuzunda nüfuz, Kızıldeniz’e erişim ve Ortadoğu’daki ittifaklar açısından önem arz eden bir jeopolitik düğüm noktası. Ancak 2019’da Sudan’da Ömer Beşir’in devrilmesiyle başlayan siyasi geçiş süreci ve 2023’te patlak veren iç savaş, Türkiye’nin bu ülkeye yönelik yaklaşımını hem kapasite ve taktiksel hem de normatif düzeyde sınadı.
Ömer Beşir'in 2019'da devrilmesi, onun döneminde gelişen - ve Körfez ülkeleri ile Mısır'ın tepkisini çeken- Türkiye-Sudan ilişkilerinin ivmesini kesti. Sudan'daki yeni iktidar Ankara ile imzalanan çok sayıda iş birliği ve yatırım anlaşmasını askıya alırken, bu süreçte, BAE, Suudi Arabistan ve Mısır gibi bölgesel rakipler nüfuz alanlarını genişlettiler ve Sudan'ın değişen siyasi manzarasında etkilerini derinleştirdiler. Ankara ise buna karşılık temkinli bir politika izleyerek yumuşak güç girişimleriyle Sudan'la ilişkilerini korumaya, mevcut ekonomik yatırımlarını canlandırmaya çalışarak cevap verdi.
2023’te başlayan iç savaş, Türkiye için hem risk hem fırsat yarattı. Başlangıçta tarafsız kalan Ankara, arabuluculuk ve yumuşak güç girişimlerine odaklandı. Ancak çatışmanın yoğunlaşmasıyla 2024’te SAF’a askeri destek vererek pozisyonunu yeniden tanımladı. Bu değişim, Türkiye'nin Beşir sonrası zayıflayan etkisini yeniden kurma arayışının bir parçası olarak okunabilir.
Tarihsel Arkaplan: Beşir Döneminde Türkiye'nin Tartışmalı Sudan Politikası
2000’li yılların ortalarından itibaren Türkiye, Afrika açılımı kapsamında, uluslararası alanda izole edilen Sudan'la ilişkilerini derinleştirmeye başladı. Darfur’da soykırım ve teröre destek vermekle suçlanan dönemin Sudan devlet başkanı Beşir'le ilişkilerin derinleştirilmesi içeride ve dışarıda sert eleştirilere maruz kalsa da Ankara, Sudan'la ilişkilerini geliştirmeye öncelik verdi ve ikili iş birliğini artırmayı amaçlayan çok sayıda anlaşma imzalandı. Bu anlaşmalar arasında, Kızıldeniz'deki Sevakin Adası'nın rehabilitasyonuna yönelik mutabakat öne çıkıyordu. Ada ardından Türkiye’nin askeri üskeri üs kuracağı haberleriyle yeniden gündeme gelmişti. 2018 yılında dönemin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler ile birlikte Sudan’ı ziyaret etmiş ve Türkiye'nin Sudan'da kurmayı planladığı askeri eğitim merkezleri için müzakereler gerçekleştirmişti. Somali ve Katar’daki üslerin peşi sıra gelen bu girişim, Türkiye’nin Kızıldeniz üzerinden Afrika Boynuzu ve Hint Okyanusu bölgesine erişim sağlama stratejisinin bir parçasıydı.
Öte yandan, Ankara’nın Sudan ile hızlı derinleşen ve çeşitlenen ilişkileri, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan tarafından bölgedeki nüfuz alanlarına yönelik bir tehdit olarak algılandı ve halihazırda o dönem gergin olan bölgesel rekabeti daha da derinleştirdi. Türkiye ve Katar’ın, Arap Baharı sonrasında bölge genelinde Müslüman Kardeşler hareketlerine verdikleri destek yüzünden karşı karşıya gelen bu bölgesel rakipler, Sudan’da da rekabet ediyorlardı. Türkiye’nin Sudan ile ilişkilerini güvenlik işbirliğine doğru genişleteceği haberleri zaten gerilimli olan Kahire-Hartum hattındaki ilişkileri daha da karmaşıklaştırmıştı.
Beşir Sonrası Duraksayan Türkiye-Sudan İlişkileri
Beşir’in devrilmesi, yalnızca Sudan’da yeni bir siyasi dönemi başlatmakla kalmadı; aynı zamanda Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’nin rahatsızlık duyduğu Türkiye-Sudan ilişkilerinde de belirgin bir duraklamaya yol açtı. Beşir sonrası Sudan yönetimi, Türkiye ile imzalanan çok sayıda anlaşmayı yeniden değerlendirme, dış politikasını Körfez ülkeleriyle uyumlu hale getirme ve Ankara’ya karşı mesafeli bir tutum benimseme yönünde adımlar attı.
Türkiye, Beşir sonrası dönemde Sudan ile ekonomik ilişkilerini sürdürmeye çalıştı. 2020'de ihracatta artış yaşansa da projelerde ciddi aksamalar görüldü. Summa'nın havalimanı projesi askıya alındı, Rauf Bey santrali tahsilat sorunları nedeniyle ayrıldı, enerji yatırımları duraksadı. Ankara, madencilik ve altyapı anlaşmalarını canlandırmak için görüşmelere devam etti. Bu süreçte diplomatik temaslarla esnekliğini korumaya özen gösterdi.
Tüm bu zorluklara rağmen, Türkiye, Beşir sonrası dönemde yumuşak güç araçlarını etkin kullanarak Sudan'daki varlığını sürdürdü. TİKA ve AFAD’ın COVID-19 ve sel felaketlerindeki yardımları ile sağlık diplomasisi bu süreçte öne çıktı. Nyala'da kurulan Türk hastanesi, iç savaş boyunca kritik tıbbi hizmetler sunarak yerel sağlık altyapısının çöktüğü dönemlerde acil müdahale merkezi haline geldi.
Sudan İç Savaşıyla Başlayan Yeni Dönem
2023'te SAF ile RSF arasında savaş başladığında, Ankara’nın ilk tepkisi savaşan taraflar arasında dengeli bir tutum benimsemek yönünde olmuştu. Türkiye’nin bu dönemdeki stratejisi, Ankara’yı iç savaşta müzakereci olarak konumlandırmaktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Egemenlik Konseyi Başkanı ve SAF Komutanı Abdulfettah Burhan ile RSF lideri Muhammed Hamdan Dagalo’yu telefonla arayarak diyalog çağrısında bulundu ve Türkiye’nin müzakerelere ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu belirtti. Ocak 2023’te o dönem MİT Başkanı olan (şimdiki Dışişleri Bakanı) Hakan Fidan liderliğinde yürütülen istihbarat diplomasisi aracılığıyla arabuluculuk sürecine aktif katılım göstermeye çalıştı.
Türkiye, Sudan’daki iç savaşta taraf olmaktan kaçınırken nasıl oldu da askeri dengeleri değiştiren bir aktöre dönüştü? Öncelikle bu girişimler sınırlı kalınca, Ankara diplomatik ağırlığını Egemenlik Konseyi'ne, özellikle de çatışmalar süresince iki kez Türkiye'yi ziyaret eden Burhan'a yöneltti. Eylül 2023’te ülkeyi yöneten Burhan iç savaş sonrası gerçekleştirdiği ilk yurtdışı turunun bir parçası olarak Türkiye’ye geldi.
Burhan'ın Ankara ziyareti sırasında Türk savunma sanayine duyulan ilgiyi vurgulaması, Sudan’ın Türkiye ile güvenlik işbirliğine mesafeli tutumunun sona erdiğini gösterdi. Bu adım, Katar-Türkiye ekseni ile Suudi Arabistan-Mısır-BAE bloğu arasındaki rekabette yeni bir hizalanmayı da yansıtıyor. BAE destekli RSF güçlerine karşı SAF’a destek veren Türkiye ve Mısır, Sudan konusunda hava araçları ve askeri eğitim desteği olarak işbirliği yaptı. 2021’deki el-Ula mutabakatı sonrası Türkiye hem Mısır hem de Körfez ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmeye çalışırken, Sudan iç savaşı özellikle Mısır ve Türkiye’yi yakınlaştırarak bu sürecin önemli bir katalizörü haline geldi.
Yeni Dönemden Ne Beklemeli: Riskler ve Fırsatlar
SAF, General Burhan liderliğinde kazanımlarını kurumsallaştırmaya çalışıyor. Savaşın başından bu yana ilk kez bir sivil başbakanın, Kamil el-Taib İdris’in atanması, uluslararası topluma “normalleşme” sinyali vermeyi amaçlamakta. Ancak bu sembolik adım, SAF’ın sivil yönetime geçiş konusundaki samimiyetinin test edileceği bir sürecin başlangıcı olarak okunmalı. RSF, çatışmanın seyrini değiştirmek için savaş alanını Darfur’dan Port Sudan’a genişletme stratejisini agresif bir şekilde sürdürüyor. Ayrıca, Mart 2025’te kendi hükümetini kuran RSF, para basımı ve kimlik dağıtımı gibi uygulamalarla fiili bölünme riskini de gündeme getiriyor. Bu gelişmeler, ülkeyi yalnızca bir iç savaş değil, derinleşen bir meşruiyet krizine doğru itiyor.
Türkiye’nin bu karmaşık tablodaki rolü ise ikili strateji üzerine kurulu: askeri destek ve diplomatik manevra. Ankara SAF’a sağlanan Bayraktar TB2’lerle sahada askeri dengeyi değiştirirken, Aralık 2024’te BAE ile Hartum arasında başlattığı arabuluculuk girişimiyle olası kalıcı bir de facto bölünmenin de önüne geçmeyi hedefliyor. Böylece Sudan’da duraksayan ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerini yeniden canlandırabilmesini kolaylaştıracak istikrarın önü açılabilir.
Ancak görünen o ki bu o kadar da kolay değil. Öncelikle iki ülke arasındaki rekabet, IHA’ların öne çıktığı bir çatışma dinamiğinin sınırlarında seyretmeye devam ediyor. Sudanlı yetkililer, 4 Mayıs 2025'te BAE'yi savaş zamanı idari başkent olan Port Sudan'a drone saldırıları düzenlemekle suçladı. Saldırılarda askeri tesisler ve şehrin havaalanı ve akaryakıt depolama tesisleri de dahil olmak üzere sivil altyapı hedef alındı. BAE, bu saldırılarda doğrudan bir rolü olduğu iddialarını reddetti. Buna karşılık SAF, 4 Mayıs 2025'te Batı Sudan'daki Nyala Havaalanı'nda bir BAE kargo uçağını ve silah depolarını hedef alan hava saldırıları düzenledi. Bu gerilimin hemen ardından BAE ve Türkiye tansiyonu düşürmek için üst düzey görüşmelere gerçekleştirse de Sudan iç savaşında Türkiye ile BAE arasındaki rekabeti yeniden alevlendirme riskini de beraberinde getiriyor.
Yine de hem Türkiye’nin hem de Mısır’ın SAF’a yönelik desteği ile iki ülke açısından uzun yıllardan sonra ilk kez bir ortak zemin yaratmakta. Eğer Türkiye ve Mısır, Sudan’da rakip değil, koordineli destekleyici aktörler olarak hareket etmeye devam edebilir ve mevcut pragmatik işbirliklerini stratejik hizalanmaya dönüştürebilirlerse hem Sudan’da hem de Libya gibi rekabet ilişkilerinin şekillendirdiği diğer bölgesel meselelerde birlikte hareket edebilirler. Bir diğer değişle, Sudan’daki işbirliği, Türkiye-Mısır ilişkilerinde süregelen güven krizini kırabilecek bir “alan işbirliği modeli” sunabilir. Bu da uzun vadede, Türkiye’nin sadece Sudan'da değil, diğer Doğu Afrika ülkeleriyle geliştirdiği stratejik ilişkilerin daha az bölgesel dirençle karşılanmasını ve krizler sırasında diplomatik izolasyon riskini azaltabilmesini sağlayabilir.