6 Şubat 2023’te ard arda yaşadığımız depremlerde yitirdiğimiz binlerce insandan sonra fark ettik ki devasa ölçeklerdeki yaşam alanlarını da kaybetmişiz. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un 5 Mart 2023 tarihindeki açıklamasına göre 227.027 bina yıkık, acil yıkılacak ve ağır hasarlı statüsündeydi (1). Bu açıklamadan iki hafta sonra ise yıkılacak binalara orta hasarlı binaların da dahil edildiğini öğrendik. Bakan Kurum’un orta hasarlı binaları da dahil ettikten sonra verdiği sayı 298.000’di (2). Bina olarak verdiği bu sayının 876.000 bağımsız bölüm yani hane olduğunu açıkladı. Bunun hemen akabinde 658.000’den fazla bina yaparak teslim edeceklerini söyledi (3).
Depremin üzerinden sadece 40 gün geçtikten sonra yapılan bu açıklama başımıza gelen bu afetten sonra bile hiç ders alınmadığını gösteriyor. Normalinde aylarca sürecek kent planlamaları, yine ayları alacak mimari projelendirme süreçleri 40 gün içerisinde tamamlanmış, Bakan Kurum tarafından 658.000’den fazla binanın inşa edileceği bilgisi verilebiliyordu.
Yıkılan kentlerin alelacele planlanması(!) kentlerin yeniden inşa süreciyle ilgili hepimizde büyük kaygılar oluştururken 2 Nisan 2023’te Antakya’nın kimliğini oluşturan kültürel miras alanında -ki bu alan 6 Şubat’ta değil, merkez üssü Hatay olan 20 Şubat tarihindeki depremlerden sonra yıkılmıştı - iş makinalarının arkeolojik ve kentsel sit alanlarının üzerinde gezinerek hafriyat kaldırdığını öğrendik. (4)
Bu felaketler silsilesini yaşadıktan sonra en çok konuşulan konulardan biri yeniden inşa süreçlerinde tarihi ve kültürel dokuları nasıl geri getireceğimiz ve kentlerin kimliğini oluşturan kültürel miras alanlarını kimliklerine tekrar nasıl kavuşturabileceğimiz oldu.
Şehirleri birbirine benzeyen yapılarla aynılaştırdığımızdan beri kültürel miras alanları kent kimliğini oluşturan başat öğelerden biri. Edirne’den Kars’a günümüzdeki şehir merkezlerini dolaşsak birbirinden zerre fark göremeyeceğimiz alanlarla karşılaşırız. Bu kent merkezleri nerede olduğumuzu o coğrafyanın iklimini, kültürel yapısını veya hangi inançlardan insanların yaşadığını ifade edemiyor.
Kültürel miras alanlarıysa kentin kimliğini ve şehrin kültürünü anlamamız konusunda vücuda gelmiş heykeller gibi. Şehirdeki dar sokaklardan bölgenin sıcak bir iklime sahip olduğunu, şehir bir kaleye sahipse vaktiyle kuşatma altıda kalan bir kent olduğunu, sokaktaki bir pah detayından bir zamanlar süvarilerin kent içinde dolaştığını anlayabiliyoruz. Bu durum çoğu zaman bir kent için tek bir kimlikle de sınırlı kalmıyor. Örneğin bir kent merkezinde farklı bir malzeme kullanımı ve mimari görülürken hemen yakınındaki bir ilçede bambaşka bir malzeme ve mimariye rastlayabiliyoruz.
Bu özgünlük ve birikim kültürel miras alanlarını korumamız konusunda ne kadar özenli davranmamız gerektiğini anlatıyor. Kaldı ki tek bir kültürden, tek bir inançtan veya tek bir milletten bahsedemeyeceğimiz bir coğrafyadayız. Söz konusu olan kültürel miras alanları birçok medeniyetin katman katman yer aldığı, büyük bir kültürel birikimle meydana gelmiş alanlar.
Bu alanlar hiç kuşkusuz ki üzerlerinde iş makinaları dolaştırılarak korunamaz. Depremle hasar görmüş tarihi yapılar planlı bir yol izlenerek yeniden ayağa kaldırılabilir ama iş makinalarıyla hafriyat kaldırmak ancak geri dönüşü olmayan bir tahribata sebep olur. Başlangıçta yapılması gereken hafriyat atımından önce alanda tespit ve belgeleme çalışması yapmaktır. Bu hafriyatların içinde yapılara ait olan nitelikli malzemenin alan dışına çıkarılmadan ait olduğu yapının içinde korunması gerekir. İleriki süreçlerde yapılacak olan restorasyon uygulamaları yapılara ait olan bu nitelikli malzemeler kullanılarak gerçekleştirilmelidir.
Bir bütün olarak tüm sürece baktığımızda ise asıl amaç tek tek yapıları korumaktan ziyade tarihi çevrenin tümünü korumak olmalıdır. Bu da ancak kentlerin Koruma Amaçlı İmar Planlarına sadık kalınarak mümkün olabilir. Her ne kadar afet bölgelerindeki kültürel miras alanları Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının yetkisi altında olsa da kentsel sit alanlarındaki enkaz kaldırma çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığının yetkisinde yürütülmeli. Tabi ki tüm bu çalışmalar 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda tanımlanan ilke ve kurallara göre yapılmalıdır.
Öte yandan tüm bu yeniden inşa süreçlerinde diğer unutulmaması gereken bir faktör de deprem sürecinin artık bu coğrafyanın ve mekanların bir hafızası olduğu gerçeği. Bunu yok sayarak mekanları yeniden ayağı kaldırmak da hafızanın bütünlüğünü kabul etmemek anlamına gelir. Ki deprem sadece bugün değil yüzyıllardır bu coğrafyanın gerçeği. 1872 yılında bölgede yine büyük bir deprem olduğunu, depremin Antakya’da yine ağır bir tahribata sebep olduğunu biliyoruz (5). Adıyaman’daki hasar belgeleme çalışmaları sırasında Süryani Kadim Kilisesi’nin yine 1872’deki deprem sonucunda tamamen yıkıldığını ve günümüzdeki var olan kilisenin yıkılan kilisenin kalıntıları üzerinde inşa edildiğini öğrendik (6). Yalnızca depreme dayanıklı binalar değil yaşanılan depremin de bir hafıza oluşturduğunu gözeterek hem kentlerde hem de kültürel miras alanlarında bu hafızayı diri tutacak biçimde yeniden inşa çalışmaları yapmak zorundayız.
2015’te Diyarbakır Suriçi’nde çatışmalarda büyük hasar gören Surp Giragos Kilisesinin restorasyon sürecinde duvarlardaki kurşun izlerinin de korunması gerektiği tartışılmıştı. Bu tartışma uygulamaya geçemediyse de dünyada pek çok örneği olan bir hafıza koruma çalışması. Saraybosna’da birçok dönem yapısı üzerinde Bosna savaşından kalma kurşun izlerini hala görebiliyorsunuz.
Ülkemizde son dönemde gördüğümüz pek çok restorasyon ve yeniden inşa uygulaması yapıları kültür ve hafızanın taşıyıcısı olmaktan ziyade parlak, cilali, kusursuz bir biçime dönüştürse de gerçek bir koruma çalışmasının başat amacı mevcut yapıdaki dönemin veya dönemlerin kültürünü ve hafızasını korumaktır. Bu sebepten tüm bu yeniden inşa süreçlerinde yalnızca sağlam yapılar inşa etmekle kalmayıp depremin oluşturduğu hafızayı da kültürel miras alanlarında var olan hafıza katmanlarından biri haline getirmeliyiz.
Hiç kuşkusuz çok uzun bir süreçten bahsediyoruz. Ancak tarihi kentlerimizin özgünlüğünü korumak için sabırla ve bilimsel verilerle çalışmak zorundayız. Üstelik önümüzde Diyarbakır Suriçi gibi bir örnek de var. Çatışmalı süreçten sonra alandaki hafriyat temizliğiyle nasıl daha büyük tahribatlara yol açıldığını, tarihi kent dokusu içerisinde çatışmalar bittikten sonra dahi ‘güvenlik’ gerekçesiyle nasıl devasa yollar oluşturulduğunu ve yeniden inşa adı altında Diyarbakır Evlerinin kötü postmodern taklitleri olan betonarme strüktürlü, bazalt taş giydirmeli ucube yapıların inşa edildiğini gördük ve tüm bu süreç bizlere Suriçi’nin ihyasıymış gibi anlatıldı.
Diğer yandan asıl unutulmaması gereken kentleri ve kültürü var edenin insan olduğu gerçeğidir. Kültürün devamlılığını sağlamak ancak o kültürün taşıyıcısı olan insanın varlığıyla mümkün olabilir. Deprem on binlerce insanımızı kaybetmenin yanında yok olan yaşam alanları sebebiyle yüzbinlerce insanın göç etmesine neden oldu. Dolayısıyla deprem bölgesinde büyük bir insansızlaşma söz konusu. Oysa kültürel miras alanları yapıların yalnızca fiziki olarak ayağa kaldırılmasıyla değil kültürel hafızanın aktarılmasıyla korunabilir. Bu sebepten yalnızca kültürel miras alanlarında değil yıkılan tüm kentlerde uygun barınma alanları inşa edip deprem sebebiyle göç etmek zorunda kalmış tüm insanların kentlerine dönmesi teşvik edilmelidir. Hiç kuşkusuz o kültürü yaşatan insan olmadan bir şehir kültürünün devamlılığından bahsedilemez.
İnsansızlaşma veya insansızlaştırma söz konusu olduğunda konuşulması gereken bir diğer konu ise mülksüzleştirilmedir. Gerek Suriçi gerekse Sulukule örneğinde gördüğümüz üzere bölgeler afet riskli alanlar olarak ilan edilip kamulaştırıldı ve binlerce insan yerinden edildi. Bu kentsel dönüşüm alanlarındaki konut sahipleri oldukça düşük bedellerle yaşam alanlarından çıkarıldı ve bu alanlarda çok yüksek bedeli olan yeni yapılar inşa edildi.
Sulukule bir kültürel miras alanı değildi ama Suriçi büyük bir kentsel sit alanıydı. Ne yazık ki Kültür ve Turizm Bakanlığının kültürel miras alanlarını yalnızca turizme katkı sağlayacak alanlar olarak görmesinden dolayı bir yaşam alanı olan Suriçi yalnızca kafelerin, dükkanların ve otellerin olduğu bir ticari alana dönüştürüldü. Son 10 yıldaki birçok kentsel dönüşüm ve yeniden inşa meselesinden anlayacağımız üzere özellikle kültürel miras alanları mülksüzleştirme, yerinden edilme, insansızlaştırma ve şehir kültürünün yok olması noktasında kentteki diğer alanlara göre daha büyük bir tehlike içerisinde. Çünkü son 10 yılın kent politikaları kültürel miras alanlarını ancak rant üretilecek alanlar olarak görüyor.
5 Nisan 2023’te resmi gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesinden anlıyoruz ki Antakya ve diğer deprem bölgeleri aynı rant politikasına kurban gitmenin eşiğinde. Kararnameye göre Antakya’da ‘Eski Antakya’ olarak bilinen 307 hektarlık bir alan riskli alan olarak belirlendi (7). Bu kararın yasal dayanağı yine ‘kentsel dönüşüm’ olarak bildiğimiz 6306 sayılı afet riski altındaki alanları dönüştürülmesi hakkındaki kanun. Son 10 yılda bu karara dayanarak Türkiye’nin en büyük kentsel dönüşüm projeleri yapıldı. Dolayısıyla Antakya’da ilerleyen süreçte göreceğimiz tablo Suriçi ve Sulukule’den pek de farklı olmayabilir.
Kültürel miras alanlarını korumak ve yeniden ayağa kaldırmaktaki tüm süreçlerde asıl aktör yereldeki kurumlar, yerel sivil toplum örgütleri ve bu alanlarda yaşayan sakinler olmak zorundadır. Bugüne kadar merkezden verilmiş kararlar sonucunda uygulanan projeler gösteriyor ki yerel mekanizmalar dahil edilmeden yapılan uygulamalar alanların kimliğini yok ediyor, yalnızca rant üretimine olanak sağlıyor, bu da kentleri geri dönülmez bir noktaya savuruyor. 5 Nisan’da yayınlanan kararnameyle özellikle Antakya’da yerel odakların yeniden inşa süreçlerine nasıl dahil olacağı çok belirsiz olsa da kentlerimizi korumak bu saatten sonra ancak meslek örgütlerinin ve sivil toplumun çabalarıyla mümkün olabilir.
Kaynaklar
(1) https://m.bianet.org/bianet/toplum/275221-bakan-kurum-227-bin-27-bina-yikik-veya-agir-hasarli
(4) https://www.evrensel.net/haber/486429/antakyada-enkazin-arasinda-kalan-tarih-yok-ediliyor-enkaz-kaldirma-durdurulsun
(5) Hatay Mimarlar Odası Yönetim Kurulu üyeleriyle yapılan sözlü görüşme, 07.04.2023
(6) Adıyaman Süryani Kadim Kilisesi görevlisi ile yapılan sözlü görüşme, 08.04.2023
(7) https://www.hatayyildizgazetesi.com/haber/antakyada-kafalari-karistiran-riskli-alan-karari/