Collins Dictionary tarafından 2021’in kelimesi seçilen NFT (“non-fungible token” ya da “takas edilemez jeton”in kısaltılmış hali), dijital yeni düzen söylemlerinin vazgeçilmezi, yepyeni bir “sanat pazarı”nın moda deyişlerinden birine dönüşmüş durumda. Metaverse, Decentraland gibi, merkezi olmadığı iddiasıyla çevrimiçi topluluklar kuran yeni nesil Web3.0 dünyasının ekran başı “deneyimler”inden söz ederken NFT’lerden hiç de uzaklaşmıyoruz. Deneyimin, malın mülkün dijital ortama taşındığı, dijital varlıkların ederini konuştuğumuz (ve kullanıcılar olarak oluşturduğumuz) başka bir ilk dönemden geçiyoruz.
NFT, Non-Fungible token, Takas Edilemez Jeton. Blok zincir sistemi için konsept çalışması. (Lazartivan'in çalışması Shutterstock lisansıyla kullanılmıştır.)
Makale
05.04.2022Biçem Kaya
Etiketler
Biçem Kaya’nın hazırladığı iki bölümden oluşan yazı dizisinin birincisi, “Nedir bu NFT?” sorusuna etraflıca bir giriş niteliği taşıyor. Bu yazı, NFT teknolojilerinin yakın geçmişine, kurgusuna ve nasıl çalıştığına kısa bir bakış atıyor. Bunu yaparken de zamanda 10 yıl geriye gidiyor ve kripto para borsasının, blok zincir teknolojisinin ortaya çıktığı toplumsal ve siyasal ortamı yeniden inceliyor. NFT’lerin ne olduğunu ve nasıl işlediğini kavrayabilmeyi kolaylaştıracağını umduğumuz bu yazının ardından, Kaya’nın ikinci yazısı NFT’leri ilk planda geliştirirken neler hayal edilmişti, bugün nasıl sonuçlar alıyoruz? Ne tepkiler verilmekte? gibi soruların peşine düşecek; NFT’lerin günceline nasıl geliştiğine odaklanacak ve yeni nesil internet aktivizminden örnekler sunacak.
NFT’lerin temelini oluşturan blok zincir teknolojisine kısa bir bakış
Öncelikle “Blockchain/Blok Zinciri Nedir?” sorusuyla başlayalım. Blockchain, banka gibi üçüncü bir kurumsal aktörü sürece dahil etmeden para transferi yapabilmeyi, transferleri kayıt altına alabilmeyi, söz konusu mülkleri (sadece para değil) takip edebilmeyi sağlayan bir tür dijital kayıt sistemi. Bu sistemi öncüllerinden ayıran başlıca özellik, tek bir merkezden değiştirilemez oluşu. Sistem tamamen kod blokları üzerinden işliyor. Her blok bir önceki bloğun kriptografik hash fonksiyonu (bu fonksiyonlar, herhangi bir uzunluktaki veriyi, mesajı sabit boyuttaki bir çıktıyla eşler ve tek yönlü bir şifreleme yapar), zaman damgası ve aktarım verilerini barındırıyor; veriler bu bilgilerle depolanıyor. Bu şekilde en uzun kod dizilimini doğru kabul ederek tıpkı bir zincir gibi dijital işlemler birbirine eklenerek ilerlerken bir yandan da “double spending” (çift harcama) gibi sorunların önüne geçebiliyor.
Blok zinciri, Stuart Haber ve W. Scott Stornetta’nın 1991 yılındaki çalışmalarına dayanmakta ancak 2008’e kadar bu çalışmalar yalnızca konu ile ilgilenen kişiler tarafından bilinen ve okunan, teknik metinlerdi. 2008’de Satoshi Nakamoto isimli kişi ya da kişiler tarafından yayınlanan Bitcoin: A Peer-to-Peer Electronic Cash System (Bitcoin: Eşler Arası Elektronik Nakit Sistemi) makalesi, daha sonra pek çokları tarafından önemli bir kırılma anı olarak değerlendirildi. Makalenin önemi, öne sürdüğü yeni nesil elektronik nakit sisteminin nasıl kurgulandığını etraflıca açıklamasıydı.
Blok zinciri borsada uygulamaya döken ilk başarılı atılım olan Bitcoin sayesinde 3. tarafa (örneğin bir bankaya) ihtiyaç duyulmadan, sahtekârlık ve siber ataklara karşı daha güvenilir bir sistem geliştirilmiş oldu. Bu sistem, para transferlerinde, alış-satış işlemlerinde kullanılabilir hale geldi. İşleyişin bir parçası olan, yapılan bir işlemin ağa ve dolayısıyla kullanıcılara bildiriliyor oluşu da mevcut bankacılık düzeninde olmayan bir şeffaflığı ortaya çıkardı. (Akış takip edilebiliyor ancak bu transferi hangi kullancı/ların yaptığı kullanıcı aksini belirtmedikçe belirlenemiyor. Yani anonimlik bir şekilde hâlâ mümkün.) Sistem dahilinde yürütülen işlemler için bankalar kadar büyük miktarlarda ek ücret talep edilmemesi, blok zincirlerin cezbedici özelliklerinden biri daha. Bu özellik, uluslararası kurumsal ağlarda yapılan dijital transferler için büyük bir avantaj demek.
Tam da bu noktada kripto para borsasının devlet otoritesine tamamen bağlı olmadığı sorusuna değinmek gerekiyor. Sorunun cevabı bu teknolojiyi bağlamında incelemekten geçiyor.
Hatırlanacağı gibi 2007-2008 küresel mali krizinin devamında konut piyasasında devam eden mortgage krizi, 2011’deki Occupy Wall Street eylemlerine yol açmış ve oldukça hareketli bir süreç geride kalmıştı. Kapitalist piyasalardaki gelir düzey dağılımındaki astronomik farklılıklara tepki gösteren bu toplumsal hareket, yukarıda bahsettiğimiz Satoshi Nakamoto makalesi ve hayata geçmesi önerilen blok zinciri makalesinin çağdaşı olarak düşünülebilir. Bu yeni sistemi gündemin merkezine yerleştiren ise ne kadar büyük bir yenilik getirdiği tartışmalarından ziyade o dönem Wikileaks’in blok zinciri teknolojisini kullanıma sokması olmuştu.
Bilindiği üzere Wikileaks, devletlerin hasıraltı ettiği öne sürülen kirli belgeleri gün yüzüne çıkaran bir sivil toplum örgütü ve 14 Haziran 2011’den beri, örgüte yapılacak bağışları bitcoin olarak (yani blok zincir teknolojisi kullanan dijital para birimi formunda) kabul ediyor. Belgelerin yarattığı sansasyon haricinde bitcoin açılımı, kimi kesimler için devlet otoritesinden bağımsız piyasanın çoktan hayata geçirildiğinin müjdesini veriyordu. Tamamen devletlerin kontrolünde olmayan yeni bir sistem artık bir tık uzaktaydı. Her ne kadar Nakamoto’nun bitcointalk.org forumunda aktif olarak yayınladığı son mesajlarda, Wikileaks gibi ortamların bu yeni sistemin yaygınlaşıp kullanılması önünde bir engel teşkil edebileceği uyarıları yer alsa da sonuç daha farklı oldu. (Tartışmanın detaylarını merak edenler bu yazıya da göz atabilir.)
2015 yılında kripto para türlerinin yaygınlaşması adına bir sonraki önemli adım atıldı ve Ethereum gündemimize girdi. Tıpkı Bitcoin gibi Ethereum da bir tür dijital para birimi (Ether, ETH) ve alım – satım değerlerinin kayıt altına alındığı benzer bir sisteme sahip. Ethereum’u diğer örneklerinden farklı kılan ise sistemin yönetimin Bitcoin'e kıyasla daha dağınık idare ediliyor oluşu. Dolayısıyla kripto dünyanın bir tür ülküsü olan Merkezi-olmayan Otonom Organizasyon (DAO - Decentralised Autonomous Organization) amacına Ethereum ile bir adım daha yaklaşıldı. Bu adımın atılmasını da kullanıcılar arasında akıllı kontratlar oluşturulmasına olanak tanıması sağladı. Böylelikle dijital programlama adına uygun şartlar sağlandığında işlemlerin otomatik olarak ve daha hızlı gerçekleşmesi mümkün oldu. Kısaca Bitcoin sisteminin daha basite indirgenmiş yeni “programlanabilir internet para”larıyla kripto para dünyası daha da gayri-merkezi bir yapıya kavuştu ve daha da “demokratikleşti”.
Bitcoin ve Ethereum’u takiben “Token” adını verdiğimiz dijital jetonlardan söz eder olduk. Bu jetonlar bir tür “değer”i ifade ediyor. Değiş-tokuşu yapılabilir bir mülk ya da olanak olarak NFT jetonları kendi block zincirlerine sahipler ve sahibi olan kullanıcı tarafından bir yatırım olarak, birikim ya da ödeme yapmak için kullanılabiliyorlar.
Kripto para dünyasına yaptığımız bu kısa bakıştan sonra artık NFT’lerden bahsetmeye hazırız.
Peki, bu NFT denen şey nedir?
Non Fungible Token’ları (takas edilemez jeton), yani NFT’leri yukarıda sözünü ettiğimiz takas edilebilir jetonlardan (bitcoin ya da ETH gibi dijital para birimlerinden) ayıran temel özellik, sahip oldukları tekil kod dizilimleri. Buradaki amaç birbirinin aynısı jetonlar üretip bunları takas etmek değil, her biri eşsiz olan jetonlar üretip bunların eşsizliğini belgelemek. Yani kripto jetonların aynılığı, tıpkı 1 liranın diğer herhangi bir 1 lira ile aynı olmasından farksız. Ancak değiştirilemez/takas edilemez dijital jetonların her biri eşsiz; tıpkı bir müzisyenin nota ya da albüm standartlarında aynı olan bir parçasının verdiği farklı konserlerdeki tekil performansları gibi düşünülebilir. NFT fikrinin ortaya çıkışıyla ilgili başlıca motivasyon da sanat üretimlerine yönelik bir açılım yakalamak zaten.
NFT’lerden söz ederken anlaşılması güç olan ya da yanlış anlaşılabilecek kimi teknik detaylar söz konusu. Bunlardan ilki şu: Bir NFT satın aldığınızda bilgisayarınıza indirdiğiniz, dosyaya kaydedilmiş şekilde bir dijital eser kopyası satın almış olmuyorsunuz. Bu dijital eser diyelim ki bir görsel olsun, hâlâ sağ tıkla resmi farklı kaydet diyerek para vermeden bilgisayarınıza indirebileceğiniz bir eser. NFT satın aldığınızda sanatçı aksini belirtmedikçe eserin telif haklarını da satın almış olmuyorsunuz. Peki o zaman insanlar neden NFT satın alıyor? NFT ile ne satın almış oluyor bu kullanıcılar?
Dijital bir varlık, NFT olarak nitelenince ona dijital bir parmak izi tanımlaması yapılıyor. Haliyle bu dijital varlığın NFT ortamındaki kopyaları da birbirlerinden farklı parmak izlerine sahipler. Bu da hangi kopyanın kime ait olduğunu belirlemeye yarıyor. Yani bir NFT satın alarak, bu esere yönelik sadece size ait olan bir dijital kod diziliminiz oluyor. Ama bu ifade, “Neden satın alıyorum ki?” sorusunu hâlâ yanıtlamıyor. Aslında verilebilecek cevaplar “Neden imzalı bir Air Jordan spor ayakkabısı alıyorum?” sorusuna verilebilecek olanlardan çok da farklı değil. Burada NFT satın alan kişiyi anlamak için bir adım daha atmak gerekiyor. Mal-mülk edinmenin dijital ortamda karşılıklarını aramaya başladığımızı fark etmemiz gerekiyor. Hayranı olduğunuz bir gruba ait içerikleri dijital ortamda biriktirdiğinizi düşünün.
Check out this amazing piece by @VanGoDoodle currently available in our collection at mint price ???????????? https://t.co/f1C1xwqi0t
— Bored Ape Ladies Club (@BoredApeLadies) March 22, 2022
Zamanla NFT kendi ortamlarını, topluluklarını yarattıkça kripto jetonları satın almış kullanıcılara bu jetonlarla başka şeyler de yapabilme imkânları sunmaya başladı. Örneğin tıpkı eşsiz NFT kod dizilimleri gibi her kopyayı benzersiz olacak şekilde farklılaştıran, devingen dijital eserler üretilebiliyor. Öte yandan kimi sanatçılar bu eserlerin teliflerine yönelik daha geniş kullanım imkânları sunacak türden satışlar yapıyor. Örneğin Bored Ape Yacht Club NFT’si satın aldığınızda bu NFT’yi ticari amaçlar için kullanabiliyorsunuz. Bu tür imkânlar da kimi kullanıcıların neden NFT satın aldıklarını nispeten anlaşılır kılıyor.
Sonuç olarak Web 3.0 ve Metaverse haberleriyle birlikte, sosyalleşmeyi bilgisayar oyunları üzerinden tanımladığımız günlerden de geçtiğimiz göz önünde tutulunca NFT’nin kullanım alanlarının ne ölçekte genişleyebileceğini kestirmek güç değil.
NFT’ye bir de sanat eseri ve/veya dijital içerik üretenler tarafından bakalım. Bir çalışmanın telif haklarını satın almanın (ve satın almayı savunmanın) sanatçılar ve kullanıcıların başına ne tür başka dertler açabileceğinin tartışıldığı yakın geçmişin ardından bir anda patlak veren NFT tartışmaları aynı toplumsal gruplarda büyük heyecan yaratmıştı. Örneğin bir müzisyeni ele alalım. Çalışmalarını albümleştirip dinleyicisiyle buluşturabilmek için dağıtıcı şirketlerle bağlantı kurmak durumunda. Görevi müzisyen ve dinleyiciyi buluşturmak olan dağıtıcı şirketlerin (bu bağlamda 3. taraf bankalar yerine bu şirket oluyor) tüm süreçten elde ettiği gelirler ile sanatçınınkiler oranlanınca karşılaşımıza çıkan tablo müzisyen bakımından iç karartıcı.
Bu bağlamda akıllarda beliren soru şu: NFT’ler, tıpkı daha önceki örneklerde bankaların devreden çıkartılması gibi, benzer bir şeyi kültür-sanat dünyası için de gerçekleştirebilir mi? Beeple gibi örnekler aslında bunu kimi noktalarda açıklığa kavuşturabiliyor. Mike Winkelmann, nam-ı diğer Beeple, bir dijital sanatçı. Geçtiğimiz yıl “The First 5000 Days” (İlk Beş Bin Gün) isimli dijital çalışması 69 milyon dolara satılmış ve bu rekor satışla birlikte NFT’ler çok daha fazla konuşulur, tartışılır hale gelmişti. Beeple’ın üretimleriyle buluşmak için internete girmek yeterli. Dijital sanatta sadece görüntülenme oranlarından ve eğer yürütebilirse doğru kurgulanmış ve yönetilen sosyal medya hesaplarından elde edilenleri, NFT'lerden oluşan bir piyasadan elde edilebilecekler ile kıyaslamak söz konusu.
Burada kimin kime, hangi teknolojik aracından diğerine ağır bastığı sorusunu es geçmemek gerekiyor. Soruya verilecek cevap, hangi sanatçıdan ve hangi içerikten söz ettiğimize göre değişse de üretilen içerikleri beğendiği için bu içerikleri dijital varlığına belirli bir ücret karşılığında dahil etmek isteyen takipçilerin olması fikri, ilk bakışta sanatçı açısından hiç de fena bir fikir gibi görünmüyor. Kaldı ki satılan her kopyanın gelecek satışlarında da belirli oranlarda sanatçıya hâlâ bir pay ayrılmış olması, sanatçı bakımından daha sürdürülebilir bir düzene işaret ediyor gibi görünüyor.
Buraya kadar NFT tartışmasını blok zincir teknolojisiyle inşa edilmiş kripto para ve dijital para pazarından bakarak, ticari bir mesele olarak ele aldık. Sonraki yazıda sıra farklı çevrelerden gelen farklı tepkilerde, haklı endişelerde ve yakın gelecek öngörülerinde olacak.
Görsel 1: NFT, Non-Fungible token, Takas Edilemez Jeton. Blok zincir sistemi için konsept çalışması. (Lazartivan'in çalışması Shutterstock lisansıyla kullanılmıştır.)
Görsel 2: 30 Eylül 2011, Occupy Wall Street gösterisi. (Fotoğraf: Lev Radin, Shutterstock izniyle kullanılmıştır.)
Görsel 3: Satoshi Nakamoto'nun yüzsüz portre heykeli, 11 Mayıs 2021, Budapeşte, Macaristan. (Fotoğraf: Szabolcs Magyar, Shutterstock izniyle kullanılmıştır.)
Görsel 4: Beyaz duvarda asılı NFT sanat işleri kolajı. (Fotoğraf: Marco Verch, Flickr izniyle kullanılmıştır.)
Görsel 5: Beeple / Mike Winkelmann. (Fotoğraf: Ars Electronica, Flickr izniyle kullanılmıştır.)