Kamusal görünürlüğü fazla olmasa da, Türkiye’de kültürel çeşitliliğin farklı alanlarına odaklanan pek çok araştırmacı bulunuyor. Siyasi engeller, hukuksal kısıtlamalar ve toplumsal baskılar sebebi ile fazla görünür olamayan bu araştırmacıların çoğunluğunun erkek olması bu yazının temel meselesi. Bu araştırma gruplarının toplumsal cinsiyet eşitliğini önceliklendirmeleri ve mücadelelerini kadın hareketi ile ortaklaştırmaları, dayanışmanın yaygınlaşması adına büyük önem arz ediyor.
Türkiye’de kadının görünmez olduğu mesleki ve uzmanlık alanları birbiriyle yarışadursun, bu yazıda sizleri günlük ya da akademik hayattan bilindik örneklere kıyasla nadiren karşımıza çıkan bir “görünmezlik” vakası üzerine düşünmeye davet ediyorum; Türkiye’de kültürel çeşitlilik alanında yapılan çalışmalarda kadın araştırmacıların eksikliği ve görünmezliği üzerine. Türkiye’de kültürel çeşitlilik halihazırda görünürlüğü çok kısıtlı bir alan olduğu için öncelikle bu alandan, daha sonra da bu alandaki araştırmalarda kadınların yeteri kadar yer alamamasından bahsedeceğim.
Türkiye’de kültürel çeşitlilik alanında üretim çoğunlukla akademi dışındaki araştırmacıların kültürel mirası kayıt altına alma, envanter, sözlü tarih ve derleme çalışmalarından oluşup tehlike altındaki diller üzerine yoğunlaşmakta. Bu konu özelinde düşünmenin kimlik politikaları ve kültürel çeşitlilik alanında üretim ile toplumsal cinsiyet çalışmalarının görünmez kesişimselliği hakkında başka alanlarda yürütülen kavramsal tartışmalara alan açabileceğine inanıyorum. Bu kavramsal tartışmalar, bir yandan uzun yıllardır Türkiye’deki ana akım ve ana akım dışı akademisyenlerin, araştırmacıların, politikacıların çoğunlukla görmezden geldiği kültürel çeşitlilik alanının esasen ne denli kapsayıcı bir mücadele alanı olduğunu ortaya koyacak, diğer yandan da kadınların kamusal alandaki görünmezliğinin aslında bunun eleştirisini yapan gruplar tarafından da sıklıkla yeniden üretildiğini ortaya koyabilmesi açısından değerli olacaktır. Ayrıca kültürel çeşitlilik alanında daha çok kadının üretim yapmasına imkan sağlayacak tartışmalar, bizzat kadınlara ait kültürel mirası daha görünür kılacaktır.
Bu yazıda Türkiye’de kültürel çeşitliliğin ne anlama geldiği, kimlerin bu alanda üretim yaptığı ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğimiz bir eğitim projesinden yola çıkarak bu alanda kadınların görünmezliğinin muhtemel sebepleri üzerine yapacağım değerlendirmeler vesilesi ile yukarıda bahsettiğim tartışma alanlarına katkı sunmaya çalışacağım.
Kültürel çeşitlilik araştırmaları neden önemli?
Kamusal görünürlüğü fazla olmasa da, Türkiye’de kültürel çeşitliliğin farklı alanlarına odaklanan pek çok araştırmacı bulunuyor; dil, inanç, müzik, folklor ve benzeri alanlarda sivil toplum kuruluşları aracılığıyla veya bireysel olarak araştırma yürütmeye çabalıyorlar. Siyasi engeller, hukuksal kısıtlamalar ve toplumsal baskılar sebebi ile fazla görünür olamayan bu araştırmacıların çoğunluğunun erkek olması bu yazının temel meselesi.
Kültürel çeşitlilik araştırmaları olarak isimlendirdiğim alanın ne olduğunu açıklayabilmek ve sınırlarını çizebilmek için, konuyu biraz daha geriden alacağım. Bugün, ana akım medyada Hemşince bir türkü duymamamız,1 televizyonda izlediğimiz dizilerde Zazaca konuşan insanlara rastlamamamız2 ya da duyduğumuz tek Rumcanın romantize ve karikatürize edilmiş bir komşu Eleni olmasının temelleri,3 Osmanlı’nın son döneminden ve cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hızlanan kültürel homojenleşme sürecine dayanıyor. Bu süreçte, kamusal ve hatta özel alanda Sünni İslam dışı dinlere, Türkçe dışı dillere yer verilmediği gibi farklı etnik grupların yaşam alanları kısıtlanmış, sayıca gittikçe azalan gayrı Türk ve gayrımüslim nüfusun görünürlüğü azalmıştı. Cumhuriyet döneminde gittikçe artan baskı, 12 Eylül dönemi ile birlikte zirve noktaya ulaştı ve kültürel çeşitlilik alanındaki çalışmalar ya bireysel olarak yürütülebildi ya da belirli siyasi örgütlenmeler içerisinde kısılıp kaldı.
Söz konusu toplulukların kendi kültürlerine dair, yayın, basın, müzik, etnografik ya da folklorik araştırma ve benzeri faaliyetleri çoğunlukla “kriminalize” edildi ve akademik üretim de yasaklı veya çok kısıtlı olduğundan söz konusu çalışmalar çoğunlukla otodidakt (uzmanı oldukları alanlarda kendi kendilerini yetiştirerek) olarak, yerelde bireysel veya sivil toplum kuruluşları çerçevesinde yürütülebilmişti. Kendi dilinde şarkı söyleyen bir Hemşinli vatan haini olmakla suçlanabiliyor4, ya da Lazca dergi çıkarmak Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde bölücülük suçlaması ile yargılanma sebebi olabiliyordu.5 Ne var ki, kendi dilini ve kültürünü devam ettirme mücadelesi, çoğunlukla bu toplulukların içinde bulunduğu coğrafyalar kadar sert ve zorlayıcı olsa da, genellikle dil, inanç, edebiyat ve müzik alanında yoğunlaşarak devam etmişti.
Özellikle Alevi, Çerkes, Hemşinli, Kürt, Laz toplulukların yerelde ve kendi içlerinde sürdürebildiği kültürel çeşitlilik alanındaki faaliyetlerinin dünyada ve Türkiye’de liberal kimlik politikalarının yükselişe geçtiği ve sivil toplumun yeni bir alan kazandığı 1990’lı yılların başında kamusal görünürlük kazandığını görüyoruz. Lazların fıkralarda geçen ve “komik” aksanla Türkçe konuşan bir topluluktan fazlası olduğunu,6 Ermenilerin yalnızca İstanbul’da yaşayan zanaatkârlardan oluşmadığını,7 Çerkeslerin “güzel” kadınlardan ibaret olmadığını bugün bir nebze olsun biliyorsak,8 bunu bu alanlarda çalışma yapan sivil toplum kuruluşları ve bireylere borçluyuz. Kendine has ve özel coğrafyaları bir araya getiren Türkiye’de, hâlâ duyulmayı bekleyen bir o kadar kendine has müzik, masal, fıkra var ve bize bunları aktaranlar muhtemelen farkında olduğumuzdan çok daha fazlasını yapıyorlar
Türkiye’de kültürel çoğulluğun araştırılmasında kadının görünmezliği
İstanbul Bilgi Üniversitesi Türkiye Kültürleri Çalışma Grubu etkinliklerinden bir kare. (Zeynep Gökçe'nin izniyle kullanılmıştır.)
1990’lardan itibaren yoğunluğu gittikçe artan ve Türkiye’nin AB uyum yasaları kapsamında tanıdığı dil ve ifade özgürlükleri ile birlikte 2000-2015 yılları arasında en üretken ve görünür zamanını yaşayan kültürel çeşitlilik araştırmaları akademinin içinde fazla yer edinememişti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Türkiye Kültürleri Çalışma Grubu, bu kopukluğu gidermek ve karşılıklı deneyim paylaşımı alanları yaratmak adına ilki 2017 yılında olmak üzere çeşitli projeler gerçekleştirdi. Bu projelerin temel hedefi yıllardır akademiden dışlanmış, akademik araştırmalarda kendine yer bulamamış çalışmacılara akademik araştırma yöntemleri konusunda eğitim vermek ve potansiyel ortaklıklar kurarak karşılıklı öğrenme süreçleri oluşturmaktı.9
Türkiye Kültürleri Çalışma Grubu’nun ulaşmaya çalıştığı hedef kitle ise Türkiye kültürleri üzerine araştırmalar yürüten, derlemeler yayımlayan, sözlü tarih yapan ve/veya anadili ve dil hakları10 üzerine çalışmalar üreten bireyler ve kurumlardı. Söz konusu eğitim temelli projeler, alanında uzman akademisyenlerin verdiği kuram, yöntembilim ve hukuki çerçeve odaklı dersler içeriyordu. Eğitim modülleri, süpervizyon buluşmaları ve pratik saha uygulamaları vasıtasıyla hem farklı kültürler üzerine çalışan aktörlerin bir araya gelerek kendi aralarındaki kopuklukların giderilmesi hedeflenmiş, hem de araştırma yöntemleri konusunda akademik bilgiye erişim olanakları sağlanmıştı. Böylelikle, hem bu farklı kültürler hem de sivil toplum ve akademi kurumsal aktörleri arasındaki bölünme ve kopuklukların aşılması hedeflenmişti.
Ancak proje koordinasyonunda ve eğitim ekibinde bulunduğum bu projelerin yürütme faaliyetleri sırasında, bu yazıya konu olan bambaşka bir sorun ile yüzleştik: Cumhuriyetin ilk yıllarından beri kamusal alanda kendini temsil konusunda çok büyük engellemelerle ve yasal düzenlemeler ile karşı karşıya kalan bu gruplara geniş çaplı bir eğitim çağrısı yaptığımızda, çağrımıza dönüş yaparak başvuran araştırmacıların ya da dernek üyelerinin çoğunluğunun erkek olması! 2017-2018 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen Kültürel Çeşitliliğin Sivil Toplum Aktörleri isimli ilk eğitim projesinde, her ne kadar cinsiyet dağılımının eşit olması konusunda büyük çaba gösterilse de katılımcıların ancak %35’ini kadınlar oluşturuyordu. Eğitim dönemi sonunda ikinci aşama olan saha çalışmasına devam eden Alevi, Çerkes, Hemşinli, Kürt, Laz ve Yahudi sivil toplum temsilcilerinden oluşan on dört kişiden de yalnızca ikisi kadındı.
Eğitim boyunca yaptığımız teorik ve kavramsal dersler sonrasında, derinlemesine mülakat yapma fırsatını bulduğum kadın araştırmacılar, üyesi oldukları derneklerde, yayın organlarında, erkek egemen yönetim biçiminin kadınları karar alma mekanizmalarının dışında tuttuğu konusunda ortaklaşıyorlardı. Çoğunun ortak görüşü “eski sol” gelenekten gelen erkek dernek kurucularının katı hiyerarşik ve cinsiyetçi fikirlerinin kadınları uzaklaştırdığı yönündeydi. Kadınların derneklerde çalışmasının ve bilgi üretmelerinin desteklenmediği de belirtiliyordu. Derneklerde aktif rol alan kadın üyelerin çoğunlukla sekreterya görevleri yapmasına dair beklentiler, araştırma ve yazın üretimini kısıtlıyordu.
2018 yazında gerçekleştirilen Kültürel Çoğulluğun Sivil Toplum Aktörleri ve Araştırmacıları İçin Eğitim isimli programa katılım için tüm Türkiye çapında yapılan çağrıya yalnızca %25 oranında kadın katılımcıdan olumlu yanıt alınabilmişti. Özellikle İstanbul dışı coğrafyalarda yürütülen etnografik saha çalışmalarında ve sözlü tarih görüşmelerinde kadın araştırmacıların kategorik olarak dışlandığını belirten katılımcılar, bu durumu kadın araştırmacılar yönelik kültürel önyargılar, sivil toplumdaki erkek egemen yönetim şekilleri ve kısmen de coğrafi şartlara bağlamışlardı. Bahsettiğim kültürel çeşitlilik araştırmaları, yoğunluklu olarak Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yapılan saha çalışmalarından oluşuyor. Bu bölgelerde, kadınların kendi başlarına (yani yanlarında bir erkek olmadan) veri toplamaları ya da kültürel üretimleri kayıt altına almak için saha çalışması yürütmeleri çok sık rastlanan bir durum değil. Kadınlarla baş başa görüşmenin günah olduğunu belirten erkek görüşmeciler veya sözlü tarih çalışması yapmak isteyen kadın araştırmacının tek başına sahaya çıkmasının engellenmesi, ne yazık ki istisnai durumlar değil. Etnografik çalışma yapmak için sahaya giden kadın araştırmacıların duyduğu tacize uğrama endişesinin, onları metropol dışında araştırma yapmaktan uzak tutan bir başka etmen olduğunu belirtmek gerekir.
2018-2019 arasında yürütülen ve bu kez tüm Türkiye’yi kapsayan kültürel çoğulluk ve sivil toplum aktörleri eğitimi çalışmasına katılan ve proje üretim sürecinde çalışmalarını tamamlayan araştırmacıların % 61’ini erkekler oluşturmaktaydı. Son olarak, 2019 sonbaharında Dersim’de gerçekleştirilen Kültürel Çeşitlilik Araştırmaları Güz Okulu’na katılan araştırmacıların yalnızca %15’ini kadınlar oluşturmaktaydı. Kadın katılımcılar ile yaptığımız mülakatlarda, kadınların görünmezliği konusunda benzer yanıtlar ön plana çıkıyor: Yaklaşık otuz yıldır erkeklerin egemen oldukları bu sivil toplum alanında kendilerine yer edinmekte zorlandıklarını, teoride toplumsal cinsiyet eşitliğini gündem edinen bu sivil toplum örgütlerinin, konu araştırma ve üretime geldiğinde akrabalık ve geleneksel ilişki ağlarını göz önünde bulundurarak, çoğu zaman kadınların görünürlüğünü engellediklerini dile getiriyorlar.
Ortak mücadele alanları hâlâ mümkün
Türkiye’de görünürlük ve hak mücadelesi odağında ortak sorunlar paylaşan kültürel azınlıkların çoğu zaman etnik, dinsel ve politik çatışmalar nedeniyle kendi kültürel mücadelelerinde ortaklaşamadıklarına tanıklık ediyoruz. Lakin, konu kadın emeğini görmezden gelme ve kadınları karar alma süreçlerine dahil etmeme olduğunda ortak davranışlar sergiliyorlar.
Yukarıda bahsettiğim eğitim projelerinde daha çok kadın katılımcı aktif olarak rol alabilseydi, dönem sonunda üretilen projelerde de daha çok kadının sesini duymamız mümkün olabilirdi. Kadın dilinden anlatılan bir kadın hikâyesi pekâlâ daha çok insanın ilgisini çekerek, bu alanın daha fazla merak uyandırmasına yol açabilirdi. Kadın uzmanlar tarafından yönetilen araştırma projeleri, yalnızca kültürel çeşitliliğin sunulmasında değil aynı zamanda farklı kültürlerde benzerlik gösteren toplumsal cinsiyet odaklı sorunların ortaklaştığı alanların incelenmesi açısından da çok değerli olacaktır. Kadın araştırmacıların desteklenmesi, sayılarının artması ve görünür kılınması yalnızca kültürel çeşitliliğe değil, kadınların toplumsal olarak yüzleşmek zorunda kaldığı sorunların göz önüne çıkarılmasına da katkı sağlayacaktır.
Yıllardır devlet baskısı ile mücadele etmek zorunda kalan, kültürel alanda yaptıkları faaliyetler ve üretimler nedeni ile ağır bedeller ödeyen bu araştırma gruplarının, kadın araştırmacılar üzerinde tahakküm kurma çabası, ortak bir mücadele ve üretim alanını ne yazık ki imkânsız kılıyor. Bu grupların toplumsal cinsiyet eşitliğini önceliklendirmeleri ve mücadelelerini kadın hareketi ile ortaklaştırmaları, dayanışmanın yaygınlaşması adına büyük önem arz ediyor.
1https://www.youtube.com/watch?v=HvYja0GZaTc&ab_channel=Vova-Topic Vova, 2005 yılında ilk albümünü çıkarmış olan Hemşince müzik yapan bir grup. İlk albümleri Hemşin Ezgileri, dünyada ve Türkiye’de ilk Hemşince album olma özelliğini taşıyor.
2https://www.youtube.com/watch?v=EDam0M9IOOI&t=123s&ab_channel=cemalZazaipeksoyluzade Atv’de yayınlanan Müge Anlı ile Tatlı Sert programının, 23 Ekim 2019 tarihli canlı yayınına Siverek’ten bağlanan bir konuk Zazaca konuşmuş, stüdyodaki konuk Türkçe’ye çevirebileceğini söylemesine rağmen konuşma önce biplenmiş, sonra konuşma kesilmişti.
3https://www.youtube.com/watch?v=wM9rYkR0vEY&ab_channel=UnutulmayanDiziler Özellikle Nilgün Belgün’ü bu karikatürleşmiş “Rum Komşu” karakteriyle popüler dizi ve filmlerde sıklıkla görürüz
4http://www.feministyaklasimlar.org/sayi-16-subat-2012/karadenizli-kadin-hikayelerinin-bahcesinde-bir-gezinti/
5Lazca medyaya yeni soluk: 'Aktivizm yerine gazetecilik yapsak daha etkili olurduk' - Journo
6Laz Kültürü alanında üretim yapan bir sivil toplum kuruluşu örneği olarak ; https://www.lazenstitu.com/
7http://www.agos.com.tr/tr/anasayfa ; Türkiyeli Ermenilerin sorunlarını kamuoyuna anlatmak amacıyla, Cumhuriyet döneminin Türkçe-Ermenice yayımlanan ilk gazetesi olarak yola çıkan Agos, zaman içerisinde Türkiye’de bağımsız gazetecilik ve ifade özgürlüğü alanında çok daha fazlasını başardı.
8Agos ile çok benzer bir şekilde yayn hayatına çıkan Jineps, diasporadaki Çerkeslerin bağımsız sesi olmayı hedeflemiştir, Türkçe’nin yanı sıra Abazaca, Adigece, Çeçence, Osetçe dillerinde de yayın yapmaktadır; https://jinepsgazetesi.com/
9Bahsi geçen projeler hakkında detaylı bilgi için: Türkiye Kültürleri Araştırma Grubu (turkiyekulturleri.org). Sitenin katalog bölümünde, yukarıda bahsettiğim araştırmacı ve sivil toplum kurumlarının kendilerini tanımladıkları şekilde geniş bir listesini bulabilirsiniz. Kaynakça bölümü Türkiye kültürleri üzerine okuma, araştırma yapmak isteyenlere geniş bir liste sunuyor. Ansiklopedi bölümünde, bu kültürlerin yayın organları hakkında, çoğu çok az bilinen yetmiş yayın hakkında bilgi edinilebilir. Site ayrıca farklı Türkiye kültürleri hakkında güncel etkinlikler ve haberlere de yer veriyor.
10Projeler sırasındaki işbirliklerimiz vesilesi ile ortaya çıkan Dil Hakları Ağı; bu konuda çalışma yapan çok sayıda kuruluşu bir araya getiriyor Dil Hakları İzleme Belgeleme Raporlama Ağı (@DilHaklari) / Twitter
Görsel 1: 2009-2011 Vancouver Bienali'nde sergilenen, Jaume Plensa'nın WE (Bizler) isimli çalışması. İnsanlığın dilsel çeşitliliğinin Latin, Yunan, Kiril, İbrani, Hindu, Japon, Arap ve Çin alfabelerinden oluşan bir insan heykeli formuna dönüşümü. Fotoğraf Mark Faviell'in Flickr sayfasından alınmıştır.
Görsel 2: İstanbul Bilgi Üniversitesi Türkiye Kültürleri Çalışma Grubu etkinliklerinden bir kare. (Zeynep Gökçe'nin izniyle kullanılmıştır.)